Tek bir küçük ayrıntıyla, bilinçsiz bir nefretle yüklü tek bir kelimeyle her şeyin bittiğini bilir insan. Oysa güzergâhı, son noktasına dek tamamlamak gerekecektir; aşkın bütün aşamalarını ve bu aşamaların bütün ruhsal dolambaçlarını. Bütün bunların insanı o ilk ana; kopuş şimşeğinin çaktığı ana geri götürmekten başka bir anlamı yoktur.
Nasıl oluyor da varlığından kurtulmuş olduğumuz bir insanın yokluğunu özleyebiliyoruz? Bunu söyleten dilin ta kendisi: Birinin varlığını özlemek hem onun burada olmasını özlemek hem de onun artık burada olmamasını özlemektir. Onun yokluğunu özlemek, onun burada olmamasını özlemek ve onun burada olmadığı zamanı özlemektir. Birinin gitmiş olmasının yarattığı melankoli böylesi bir duygu kargaşasına yol açar.
Aslında ne özgürlüğün önemi kaldı ne de köleliğin; değerlerin belagati öldü. Geriye bir tek fırtına kaldı, gerçek bulutları sıcak yıldırımlarla aydınlatan; bir de sessizlik, gerçek sessizlik, fırtına öncesinde göklerdeki sessizlik.
.
Saf, tutsak, bilinçaltı ikiyüzlülük. Ne olursa olsun, ikiz - içselleştirilmiş ötekilik, kendisini kişinin resmi varlığından ayırır. Bu iç bölünme karşısında gerçek dünyanın birliği nasıldır?
.
.
.