Lisede Anton Çehov’un durum hikayelerini okutmaya çalıştıklarını hatırlıyorum. Bir kitap alışverişim sırasında birden aklıma geldi ve Çehov’dan bir şeyler alayım diye düşündüm. Altıncı Koğuş’u çok görmüştüm, gözüme direkt bu kitap çarptı ve kitabı bu şekilde aldım. İnce olduğundan elim gitti, hiçbir beklentim yoktu.
Öncelikle kitabı çok beğendim, hiç beklentim olmadığından mı bilmiyorum ama bittiğinde oldukça şaşkındım. Kitap çok akıcıydı, betimlemeleri oldukça güzel ve yerindeydi. Sık sık sayfa numarası kontrol eden biri olarak hiç kontrol etmedim kitap boyunca, hikayenin içine dilinin sürükleyiciliği sayesinde kolaylıkla girebiliyorsunuz.
60 sayfada nasıl bu kadar çok şey anlatıldığını düşündüm doğrusu. Kitabın başlarında merak içindeydim ve olaylar nereye gidecek diye düşünüyordum, hastanenin içinde karakterlerin yanındaydım resmen. Kitabı bitirip felsefesini idrak ettiğimde kitabın arkasındaki yazıyı okudum ve hepsi cuk diye oturdu kafamda.
Felsefi kısmının karakter tartışmalarıyla ve olaylarla beraber açıkça verilmesini ve işlenen konuyu çok sevdim. Gerek kitabı yazıldığı dönem açısından, gerek altmış sayfaya sığdırılan konusu açısından sayfalarca inceleyebiliriz. Yapılan metaforlar ve eleştiriler ile dönemin rusyasının esintilerini sayfalardan alabiliyoruz. Ayrıca iki karakter arasındaki kontrast, birinin kayıtsızlığı birinin endişesi, kitabın felsefi yapısını aktarmada oldukça yardımcı oluyor. Akıl hastanesi, aydın insan, akıl ve empati temaları başarıyla işlenmiş.
Çok güzel bir kitaptı, bence herkes okumalı.