Sobayla konuşan Said
3. Said-i Nursi: 5. Şua’da Atatürk’e “deccal” ve “süfyan” diyen ve Atatürk devrimlerine karşı çıkan Nursi, Kurtuluş Savaşı’nın onurunun Atatürk’e değil Mehmetçiğe ait olduğunu belirterek, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü küçültmek hatta yok etmek için çok şeyler yazıp söylemiştir.
2. Rıza Nur: Atatürk’ün 1927 yılında yazdığı Nutuk'ta Ar­navutluk isyanından dolayı eleştirdiği Rıza Nur, daha sonra yurt dışındayken kaleme alıp Atatürk’ün ölümünden sonra yayınlan­masını istediği “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabında akla hayale gelmeyecek yalanlar ve iftiralarla Atatürk’e saldırmıştır.
Reklam
"Cumhuriyet Tarihi Yalanları" serisinin 3. kitabını yazıyor­dum. Bu kitabımdaki konulardan biri de Mehmed Akif Ersoy'du. Akif'in Şapka Devrimi'ne karşı olduğu için Mısır'a gittiği ve TBMM'nin, kendisine verdiği görev doğrultusunda yaptığı Kur'an tercümesini Atatürk'ün namazda okutacağını düşünerek teslim etmediği iddialarına yanıt vermek istiyordum. Ancak bu iddialara yanıt aramak için Akif'i araştırdıkça onunla ilgili üstü örtülmüş, anlatılınamış veya çarpıtılmış pek çok başka gerçekle karşılaştım.
"Siyasi amaçlarına ulaşmak için tarihi kullanan emperyalizm, 19. Yüzyıldan sonra güdümlü tarihçilere 'kurgusal tarih tezleri' icat ettirerek bu tezleri tüm Dünyaya 'tarihsel gerçekler' diye yutturmuştur. "
Milletler için kara gün olabilir; fakat yok olmak yoktur!
Sayfa 190Kitabı okudu
18 Ağustos 1919’da, İngiltere Dışişleri Bakanlığı’ndan Calthorpe’a gönderilen bir yazıda, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit’in kişi­sel güvenlikleri konusunda önlem alınması istenmiştir. Bu doğ­rultuda İstanbul’daki İngiliz yetkilileri Yıldız Sarayı ve civarında Padişah’ı korumak için önlemler almıştır.
Sayfa 150Kitabı okudu
Reklam
türk yönetimi bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte de­ğildir.
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Tom Hohlar’in dikkatini çekmiştir. Hohler, 5 Aralık’ta, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası Şefi George Kidston’a yazdığı bir mektupta bu durumdan yararlanılmasını istemiştir: Burasının (İstanbul’un) Türkler tarafından yönetilmesine son vermek için şimdiki koşullardan yararlanılmazsa çok yazık olacaktır. Bu kenti, sözünü edebileceğimiz herhangi bir yönetim altında görmeye hazırım; yeter ki bu Türk yönetimi olmasın; çünkü bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte de­ğillerdir. Türkler büsbütün yenilmiş olduklarını iyi biliyorlar... Örgütleri parçalanmış, bozguna uğramıştır; kendileri ise sefalet içindedir... İstanbul, işgal günleri yaşıyor. Buradaki yönetim, her İngilizi tiksindirecek kadar aşağıdır.”
Sayfa 141Kitabı okudu
halife elimizin altında bulundukça islam dünyasında denetim aracına sahibiz
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Richard Webb, 19 Ocak 1919’da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılarından Sir Ronald Graham’a gönderdiği özel mektup­ta Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştır: “Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdi valile­rini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yö­netiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan serbest bırakıyoruz... Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz... Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor.. Halife elimizin altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz... Bildi­ğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor...”
Sayfa 141Kitabı okudu
“Bir hükümdarla onun kullarını idare etmek, demokratik rejim­le yönetilen özgür bir yurttaşlar topluluğunu idare etmekten çok daha kolaydır." Bu nedenle başta İngiliz emperyalizmi olmak üzere Türkiye’yi işgal eden tüm emperyalistler, Atatürk’ün etra­fında gelişen “halk hareketini” boğmaya çalışarak, kendi kont­rolleri altındaki “padişahı” ve “monarşiyi” desteklemişler, onu güçlendirmeye çalışmışlardır. Nitekim, İstanbul'un işgali üzerine İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’nın yayınladığı bildiride, “Kuvayi Milliyeciler, padişahın emirlerine uymadıkları için suçlanmış ve herkes padişah ve hükümetin vereceği emirleri dinlemeye çağrılmıştır.”'
Sayfa 118Kitabı okudu
Lol.
Necip Fazıl Kısakürek, “Milli şahlanış hareketinin fikirde yaratıcısı ve bu amaçla Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu'ya göndereni doğrudan doğruya Vahdettin’dir...” demiştir. Nihal Atsız, “Osmanlı padişahlarının en talihsizidir. Bu yüzden kendisine hain damgası vurulmuştur. Fakat hain değil, bütün Osmanlı padişahları gibi vatanperverdir...” demiştir. Kadir Mısıroğlu, “Sultan Vahdettin, ufukta beliren vahim tehlikelere karşı Anadolu'da bir direniş hareketi düşünüp, bunu tepesindeki işgal kuvvetlerine rağmen en dikkatli şekilde plan­ladı. Bu cümleden olarak yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa'yı geniş yetki ve imkânlarla donatarak Anadolu'ya gönderdi...” demiştir.
Sayfa 114 - Necip Fazıl Kısakürek, Vahüdiddin, İstanbul, 1968, s.156,184. Nihal Atsız, Türk Ülküsü, İstanbul, 1958, s.85. Kadir Mısıroğlu, Osmanoğullarının Dramı, 6.bs, İstanbul, 1992, s.79.Kitabı okudu
Reklam
Haziran 1919’dan itibaren de Dahiliye Nezareti, Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin parayla dahi telgraf hizmet­lerinden yararlanmasını yasaklamıştır. Ancak bu emri dinlemeyen Atatürk, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin telgraflarını çekmeyen telgraf müdürlerini Divanıharb’e vereceğini belirtmiştir. (Posta Telgraf ve Telefon Genel Müdürü Refik Halit Karay, Atatürk’ün bu ge­ nelgesini Nezarete bildirerek gereken önlemlerin alınmasını istemiştir.)
İşgalcilere karşı ilk kurşunun sıkılması, ilk direnişlerin başla­ması, hatta direniş amacıyla yurdun değişik yerlerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kurulması başka şeydir; bu pasif direnişin örgütlenerek, sistematikleştirilerek ve merkezileştirilerek Kurtu­luş Savaşı haline getirilmesi başka şeydir. Ve bu işi, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Atatürk yapmıştır. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi, TBMM’nin açılması, düzen­li ordunun kurulması ve bu sırada “akıllara durgunluk veren” bir telgraf trafiği ve yazışma ağıyla bütün asker-sivil yetkililerin organize edilmesi, görevlendirilmesi ve yönetilmesi işini üzeri­ne alan Atatürk, “dağınık halk direnişinden” sistemli bir yapı meydana getirerek, emperyalizme karşı dünyadaki ilk Kurtuluş Savaşı’nı vermiştir.
Asırlık planlarını, Atatürk’ün sağlığında uygulama fırsatı bulamayan emperyalizm, Atatürk’ün ölümünden sonra özellik­le Atatürk ve çağdaş cumhuriyet düşmanı “kadim yobazları­mızı” ve “II. Cumhuriyetçi” liboşlarımızı kullanmıştır. Bunların bir kısmı emperyalizmin “gönüllü hizmetkârıyken” bir kısmı da emperyalizmin “paralı askerleridir”.
5 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'ın kaleme aldığı, Padişahın emri olmaksızın asker toplayan, vergi koyan, hükümet merkezini zayıflatan ulusalcıların öldürülmelerinin şeriata uygun ve farz olduğunu belirten bir fetva yayınlamıştır. Bu fetvadan binlerce basılarak İngiliz uçaklarıyla Anadolu'ya dağıtılmıştır. Necip Fazıl ve Kadir Mısıroğlu gibi Vahdettinci yazarlar, İslam dininin kötüye kullanıldığı bu ihanet fetvasından Vahdettin'in habersiz olduğunu, bu fetvanın İngiliz baskısıyla Damat Ferit tarafından Dürrizade Abdullah'a yazdırıldığını ileri sürmüştür. Bu noktada Vahdettinci yazarlara şöyle 2 soru sormak gerekir: 1) "Ben istersem Rum Patriği'ni de Ermeni Patriği'ni de Hamambaşı'na getiririm" diyerek, bu fetvayı hazırlatan Damat Ferit'i sadrazamlığa getiren ve uzun süre orada tutan Padişah Vahdettin değil midir? 2) Düşmana karşı vatan ve namus mücadelesi verenlerin öldürülmelerinin dinen uygun ve farz olduğunu söyleyenlere, Padişah Vahdettin neden "Halife" olarak müdahale etmemiştir?
Vahdettin'i "Kurtuluş Savaşı Kahramanı" ilan eden Vahdettinci yazarlar, kitaplarında Kuvayı İnzibatiye'den ve Kuvayı Seferiye'den neredeyse hiç söz etmemişlerdir. Örneğin N. Fazıl Kısakürek'in hiç söz etmediği bu hain tertipleri, K. Mısıroğlu her zaman yaptığı gibi Vahdettin'i aklamak için kullanmıştır. Güya Vahdettin, Kuvayı İnzibatiye birliklerin Anadolu'daki ulusalcılara katılmaları konusunda gizli bir emir vermiştir! Ancak böyle bir gizli emrin varlığını kanıtlayan hiçbir belge yoktur. Ancak Kuvayı İnzibatiye'nin "Süleyman Şefik Paşa ve Ahmet Anzavur gibi 'vatan haini' komutanları mı milli harekete katılacaktır?" diye sormak gerekir Mısıroğlu'na...
Resim