"Olmasaydı sonumuz böyle!"
Şiştt...
Sakin.
Spoiler falan vermedim.
Ama ne olur benden bu kitabı spoiler vermeden incelememi beklemeyin, yine de elimden geleni yapacağım. En son Martin Eden beni bu kadar yakmış, yıkmıştı. Ama Martin için üzülmüştüm o kitapta. Bu kitapta kime tutunduysam kaldı elimde.
Ağaca güvendim çürüdü. İnsana
Okuması bu kadar zor olan bir kitabı yazmak, tüm bu veriler için çalışmalar, röportajlar yapmak nasıl zordur kim bilir... Peki bunlar bu kadar zorsa ya o acıları yaşamak!..
Öyle satırlar var ki tüyleriniz diken diken oluyor. Ve onların gerçekten olduğunu, yaşandığını bilmek büyük bir acıya vesile... Sık sık yarım bırakıyor, uzaklaşıyorsunuz. Ama
En büyük hatam insanlardan cümlelerimi bitirmelerini beklemekti. Hayatımın belli bir dönemine kadar hep böyle yaptım zaten. Gözlerinin içine baktım beni bilsinler diye. Birisi gelip, “evet, ben seni tanıyorum” desin diye bekledim.
Keşke şu anki hislerimi anlatabilecek nitelikte cümlelere sahip olabilseydim. Hissettiğim gibi aktarabilmeyi çok isterdim. Bende içimden aktığı gibi ‘Çağlayan gibi’ yazmaya karar verdim. Yazıma keşke ile başladım, tüm incelemem boyunca 'keşke' yi kullanabileceğim tek cümlem budur. Bundan sonrası hep İYİ Kİ…
Öncelikle şunu belirteyim, adına ister
Karanlığın Esirleri 1. Basımın yarısına gelmiş bulunmakta. 180 sayfalık bir kitaptan bu denli alıntı yapılabilmesi, Twitter dahil çoğu sitede cümlelerimi görmek çok güzel bir duygu. Okuyan, destek olan herkese teşekkür ederim. Şimdi sıra 1. Basımı komple bitirmekte. Gerilim korku kategorisinde büyük bir Türk yazar olmak adına uygun adım ilerliyorum, umarım hedefime ulaşırım. Tekrar teşekkür ederim 🔥🙏🏽
Selçuk Baran, son zamanlarda başıma gelen en güzel şey...
"Tortu" isimli eserini okuduktan sonra cümlelerimi özenle seçmiş, abartılı ifadeler kullanmaktan kaçınmıştım. Çünkü okurları etkilediğimiz bu tür kitap yorumlarında daha dikkatli hareket etmeli ve hiçbir okuru yanlış yönlendirmemeliyiz. Özellikle de genç okurları... Fakat
Sevgili Mo Yan, öncelikle ceketimi ilikleyerek önünde saygıyla eğiliyor, senin dehan karşısında her ne kadar haddime düşmese de, bu şaheserinin bende bıraktığı izlenimden izninle biraz bahsetmek istiyorum.
İri Memeler ve Geniş Kalçalar, 2012 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mo Yan'ın, 1995 yılında yayımlanan, anlatıldığı döneme ayna tutması
Kitabı ilk aldığımda aşktan bi haber olan ben kitapla aşkın ne denli kudretli bir şey olduğunu gördüm. Bir kadının bir adama aşkını bu denli derin yaşaması ya da onda aşkı yaşatması beni benden aldı.
Şu cümlesinde dakikalarca takılı kaldım;
Bir ceviz ağacının en güzel şekliydi aşkın bavulu. Nazım'ın ruhunda dökülenleri yazan ellerinin yapımı tahta bir bavulun başlangıcı olmak şerefine nail oldu bu ağaç.
Bir kadının sessiz çığlıklarını anlatıyor bu kitap. Sevdiği, kendine hayat bildiği adam tarafından defalarca incinmenin diliydi sanki. Kitabın bazı kısımlarında kâh üzüldüm, kâh sevindim. Bir kadın nasıl olurda bir adama bu kadar tutulabilir. Aşk gerçekten koşulsuz bağlanmak mıydı?
"Piraye hayatı boyunca hep Nazım'da kaldı. Adresi daima Nazım'ın yüreği oldu. Kovulmuş bir misafir olmak bile kapının önünde hazır ve nazır beklemesine engel olmamıştı.
Bu cümlede göz yaşlarıma hakim olamamakla birlikte, gerçek aşk bu ise çağımız aşkları sadece bir kurgudan mı ibaret diye düşünmeden de kendimi alıkoyamamıştım.
Sanırım artık cümlelerimi sonlandırmamın zamanı geldi. Baş ucunuzda bulundurmanızı isteyeceğim yegane bir kitap Piraye'de Nazım Olmak. Benim sevdiğim kadar seversiniz umarım :)
Aşka esaret son bulsun. Adı aşk olanı azat ediyorum. Elveda aşk. Elveda Nazım...
"Döktürmüş yine Oğuz BabaYine içimizin pasını söken, içimizi dışımızı döken mükemmel satırlar var kitapta! Bilindiği üzere her kitabında, ayrı bir tutunamayanın hikayesini, ana karakteri öne çıkarır Oğuz üstad! Bu kitapta ki tutunamayan ise erkenden emekli olan tarih öğretmeni Coşkun'dur! Coşkun öğretmenin şu serzenişleri ile bitirmek istiyorum cümlelerimi ;
"Bende büyük meseleler yüzünden harcamak isterdim hayatımı. Küçük dertler yüzünden yıpranıp gitmek istemezdim"
Hepimiz sanırım bu hayatta, bunu isterdik. Küçük dertler yüzünden yıpranmamak, hayatı boşa harcamamak!
Tozlarını aldım kelimelerimin süpürdüm ne kadar küfrüm varsa akladım, pakladım tüm cümlelerimi.
Geldiğinde kirli görmemen için bambaşka yetiştirdim kalbimi, avuçlarına bırakabilmem için ne kadar pası varsa arındırdım yüreğimi, ellerine yaraşsın diye.
Değmedi.
İlk defa bir kitap incelemesi yaparken cümlelerimi toparlayamıyorum. Çünkü yazmak istediğim o kadar çok şey var ki.
Limon Ağacı, bir Yahudi kızı olan Dalia ve Arap genç Beşir' in dostluğunu anlatıyor. Ortadoğu' nun kalbi ve iki farklı aileye meyve vermiş bir limon ağacı. Çok uzak bir tarihi anlatmıyor kitap. 1967 yılı Altı Gün Savaşları. Altı
Kendimi uzun uzun anlatmak ve susmak arasında gidip geliyorum çoğu zaman.
Hiçbir zaman tam anlamıyla hissettiklerimi anlatamayacağımı, anlatsam bile anlaşılmayacağımı bildiğimden susmayı tercih ediyorum.
Hatta içimde biriktirdiklerimi kendime bile anlatmıyorum.
Yazıp yazıp siliyorum hep, cümlelerimi toparlayamıyorum. Bir şeyler yolunda değil biliyorum fakat inatla yolundaymış gibi davranıyorum.
Bazen düşüncelerim arasında kayboluyorum ve bazen de düşünmekten kaçıyorum.
Böyle nereye kadar devam edecek diye sormuyorum artık kendime.
Çünkü cevabını biliyorum.
Sadece bir köşeye çekiliyor sessizce yolunda gitmeyen ne varsa biran önce son bulmasını bekliyorum...