"Ve Samim değil yalnız. Ondan daha mühim bir varlık iğreniyor benden. Bu varlık, tuhaf, vücudu yok onun. Fakat hissediyorum ki vardır o. Samim'den, Nuri'den, Cezmi'den, Talât'tan, Şakir'den, babamdan, Ferhat'tan, annemden, benden fazla var. Her yerde var o. Allah mı? Değil. Ona yakın bir şey. Dur, dur İsmini bulacağım gibi geliyor. Var bir ismi onun. Fa.. fazilet. Fazilet derler değil mi? Yahut iyilik, iyi olmak. O iğreniyor benden. Ve ben bunu hissediyorum. Demek ben... Bende bir şeyler kalmış ondan. Ben -o kadar- fena değilim, "kötü" değilim. Diz kapağıma kadar batmışım. Daha doğrusu... Belime kadar. Kollarımın altından Samim tuttu ve beni kurtarmağa çalıştı. Ne fedakârlıklar! Ne kadar çırpındı, çırpındı! Ve kurtaramadı. Az daha benimle beraber batacaktı. Ne kadar istedim onun da bana bir fenalığını görmek. Bana ihanet etmesini istedim. Hattâ teşvik ettim onu. Bir gün: "Niçin, dedim, çekiniyorsun, git o kadınlara fena kadınlara." Gitmedi. Bir tek yalan söylemedi bana Günahlarımın her çeşidi içinde beni yalnız bıraktı. Onu İçine battığım kanalizasyona bir defa bile çekemedim."