Bu kar da, bu kış da geçer, elbet yine bahar olur,
"Leyl" inat etse de gider, doğan vakit "nehar" olur
Güneşe kar mı dayanır, ey en güleç güneş yüzlüm?
Sesin buzullara çarpsa buzullar târümar olur.
Tohum fışkırır topraktan, müzikle başlar her yağmur,
Şiirli bütün düşlere çiğdem sesler medar olur.
Tırpanı parlayan sevgi kara günün saçlarını
bir vuruşta kesip atar, gülümseyen didar olur.
Gece bir ishakkuşuyum, gündüzse bir kırlangıcum
Ötmesini, uçmasını bilmeyene gün dar olur.
Yarim çağırsam saçların seyirtip üstüme gelir.
Tutamlasam özüm yanar, tutmasam bana ar olur
Ne zaman seninle bir gezi düşlesem,
Hep arkana bakman var ya vuruyor sekte.
Hâlbuki vakit dar, menzilse çok uzak,
Ne umutlar yitecek daha ilk tümsekte.
Yağmurla arıtmak isterim gecenin karasını,
Yağmur ki namluya sürülen en son fişekte.
Sende gayret eksik, bende cebîr gücü,
En güzel yanımız çürüyor bir ot döşekte.
Olumsuzluk, güneş gibi oturmuş tepemize,
Ayrılıklar sürekli diş bilemekte.
Sofrada, seyranda kuşkulu kanat sesleri,
Bir yandan dürtmekte, bir yandan gülümsemekte.
Yana yana çekilmiş hiç resmimiz yok,
Sen hasada girmişsin, benim tarlam göcekte…
/
Ey zamana hükmü geçen şaman!
Güller deren yazlardan geçtim güzü bağışla bana,
bana bağışla güzü, sürdür,
güzü örseleyen rüzgârı beklet, kışı ertele, vakit dar.
Başka bir grup da nafilelere aşırı düşkünlük gösterir ve onlara gösterdiği saygıyı farzlardan esirger. Bir kısmının kuşluk ve teheccüd namazı gibi nafilelerle sevince gark olduğunu görürsünüz. Ama farz namazdan, vakit girer girmez apar topar kılmaya hırs gösterdiğinden ne lezzet alır ne de Allah'tan bir hayır bulur. Şu hadisi de
Bir sıla gelmiş geçmiş
Bir hasret
Bir hüzün var şu amansız yüreğim de bir kıpırtı
Çırpınıp çırpınıp hep en güvendiği yerden kırıldı
Sorgulamak hakkımdı
Vakit dar sanırsam son çırpıntı
AFRİKALI LEO/AMİN MAALOF
Ben Hasan, tartıcıbaşı Muhammed'in oğlu, ben Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papazın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum ama Afrikalı değilim Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Grenadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim.
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
BEHÇET NECATİGİL
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerime gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar
Madem ki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git,
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
Beni bu bunalımdan kim kurtaracak?
Vakit gece yarısını geçti. Pencerem açık. Uzaklardan hüzün dolu bir şarkı sesi geliyor.
İçimde tanımlanamaz bir daralma var. Bir el kalbimi sıkıyor sanki.
Ruhum kabına sığmıyor bu gece. Oda, ev, şehir, dünya, evren dar geliyor bana.
Bir yolculuk etmek, buralardan, kendimden, her şeyden uzaklaşmak, bir yerlere
ÇATIŞMA
Çürümeden çok önce, galiba kokuşmadan da evvel, ölümle dirim arasında geçen kavganın sonundaki boşlukta; birtakım ecza şişelerinin küçüklü büyüklü, sıra sıra dizildikleri, ağızlarını açıp bekleştikleri zamanı; ötekisi ile; sıcacık bir oda ve bir sepet içinde kokmaya, bir kurt yüzünden bozulmaya, delirmeye, canlanmaya hazırlandıkları zaman
Bir pazartesi günü idi. Günler, şu garip günler! Uykumuzun içinde saatleri başlayan günler! Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün, kaldı mı üçte ikisi... Yap bakalım hesabını!.. Hey gidi pazartesi hey! Kaldı on altı saatin. Bir saat kavgaya say, bir saat konuşmaya, iki saat yürümeye, yarım saat düşünmeye koy, yemeye içmeye de bir saat, yarım saat el yıkama, aptes bozmaya, yarım saat olduğun yerde kestirmeye, çeyrek saat bilet almaya, tünele, tramvaya, vapura binmeye... Say sayabildiğin kadar. Koy bu on saatin içine boşlukları doldur bakalım. Sevişmeye koyabiliyor musun on dakika?..
Yazı makinelerine, kalem tutan parmaklara, neşterlere, ilaçlara, selam vermeye, kitap okumaya, iki kadeh içmeye... Vakit mi kalıyor insanoğluna? Bunu yaparsan onu edemiyorsun.
Kimine dar, kimine bolsun; pazartesi! Pazartesi! Sanki pazar bir şeymiş de onun bir de yarını, ertesi günü var. Ertesi günü yapacak işlerin içinde hep aynı olanı bir yana bırakırsak bize saat olarak ne kalır?
Geç git pazartesi sen de!.. Sende de iş yok!