Kitap hakkında ne söylesem bilemiyorum, bazen kitaplarda başkalarının görüp benim göremediğim bir şeyler aramaktan yoruldum. “Acaba yazar ne dedi?” “Hmm acaba şu kadehi şuraya koyarken bilmem neyin neyi oldu” şeklinde düşünmek beni yoruyor. 80 sayfalık bir kitabın bir amacı olmalı ya o şey o kitapda vardır ya da yoktor. Bir okur yazarın ne düşündüyünü çözmeye çalışırsa işimiz var demektir. “Kızıl Kahkaha” mesela yazar 80 sayfa yazmış ,savaşı bildiyim cümlelerle deyil ama öğle anlaşılır ruha işleyecek şekilde yazmış ki oturubda bu cümlesinde şu teoremi söyledi diye düşünmüyorsun. 80 sayfalık bir kitabın verdiği şey nettir yani neyi okuyorsan odur .
Kitapta karakterini sonuna kadar sorguladığım bir yaşlı amcamız var ,üzgünüm ama fırının önünde kuyruk olmuş ekmek almaya çalışan insanlar üzerinde 10 dakika empati kuran, savaş hakkında bir kelime bile duymak istemeyen adamın , kendi uçkuruna düşkünlüğü yüzünden ,kendi boş anlamsız hayatına bir macera katmak için giriştiği zamparalığın ve o ölüm korkusu kapıya dayanınca, para karşılığında yattığı kadınla empati kurmaya bilmem ona bir şeyler öğretmeye çalışması ,en sonunda yaşlılar ve gençlerin ilişkileri yönünden kitap yazması falan bundan bilmem ne teorisi bilmem ne duygusu yok . Empati kurulucak bir olay örgüsü yok. Tolstoy “İvan İlyiçin Ölümü” daha güzel bir örnek. Bu kitapda yaşlı adam bir şey aramıyor ya da aydınlanmıyor, yozlaşmış kendi bencilliği içinde yaşayan ve kendi zevkleri yüzünden ölen yaşlı bir adam okuyoruz ,fazla anlam yüklemeyin
Bir zamanlar yaşlı ve yoksul bir balıkçı yaşardı; bu balıkçı, yıllardan birinde çok balık tutamamaya başladı. Günlerden bir gün balık tutarken teknesinin yanında genç bir denizkızı su yüzeyine çıktı ve "Çok balık yakalayabiliyor musun? "diye sordu. Yaşlı adam "Maalesef hayır, "diye cevap verdi. "Eğer sana bir sürü balık göndersem bana ödül olarak ne verebilirsin?" diye sordu denizkızı. ''Ah! Verebilecek çok bir şeyim yok ki,'' dedi balıkçı. "İlk oğlunu bana verir misin?" diye sordu denizkızı. "Eğer bir oğlum olsaydı verirdim," dedi balıkçı. "Öyleyse eve git, doğacak oğlun yirmi yaşına basınca beni hatırla; bu konuşmadan sonra çok fazla balık yakalamaya başlayacaksın."
Hz. İbrahim aleyhisselâm'dan yapılan rivayete göre, kendisi ölüm meleğine: "Sen kötü kimselerin ruhunu alırken, onlara gösterdiğim yüzünü ve çehreni acaba bana gösterebilir misin?" dedi. Azrail aleyhisselam: "Hayır, sen böyle bir şeye dayanamazsın." cevabını verdi. Ancak Hz. İbrahim aleyhisselâm: "Bilakis, ben buna dayanabilirim!" dedi. Bunun üzerine melek kendisine "Öyleyse yüzünü çevir, dedi. O da yüzünü çevirdi. Daha sonra dönüp baktı. Bir de ne görsün: Karşısında saçları diken diken vaziyette simsiyah bir adam, etrafa çok iğrenç bir koku saçan, simsiyah giysiler içerisinde, ağzından ve burun deliklerinden alevler ve duman çıkan bir varlık! Bu manzara karşısında Hz. İbrahim aleyhisselâm baygın düşer ve olduğu yerde yığılıp kalır.
Daha sonra ayılınca bakar ki, melek ilk şeklinde durmaktadır. Bunun üzerine Hz. İbrahim (as) ölüm meleğine şöyle der: "Eğer o kötü kimsenin, başka hiçbir derdi ve hastalığı olmadan bile senin bana gösterdiğin şeklini görmesi, ızdırap olarak ona yeter."
Saffet Bey isminde ve Anadolu’ya silâh kaçıran bir adam geldi, beni görmek istedi. Dedi ki:
— Size büyük bir haberim var. Türk tarihinde tek mevki işgal eden bir kadın oldunuz. Aynı zamanda, İstanbul’da, Nakiye Hanım’ı görüp ailemden de haber getirdi. Elime uzattığı Peyam-ı Sabah gazetesinde Kürt Mustafa Paşa mahkemesinin verdiği idam ilâmı ile fetva vardı. İdama mahkûm olan yedi kişi arasında sıra ile Mustafa Kemal Paşa, Bekir Sami Bey, Dr. Adnan, Ali Fuad, Ahmed Rüstem, Kara Vasıf ve Halide Edib vardı.
Halide Edib namına uzunca bir bahis geçiyor, İstanbul Üniversitesi’nde Batı edebiyatı profesörü olan bu hatunun bütün kötülükleri sayıp dökülüyordu. Fetvada herhangimizi öldürmenin bütün Müslümanların dinî bir vazifesi olduğu yazılıydı. Aynı zamanda, İstanbul’da evimin Hükûmet tarafından işgal edildiğini, başımızı getirene mükâfat verileceğini de yazıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, tekliflerinin kabulünden sonra, Millet Meclisi için nutkunu hazırlamaya başladı. Meclis, 23 Nisan 1920’de açılacaktı. Bu nutku odasında, Hakkı Behiç ile bana baştan başa okudu. Her ne olursa olsun, Mustafa Kemal Paşa’nın, kudreti milletin eline bırakmak isteği, herhangi bir diktatör veya sultan istemediği görünüyordu. Bana, o günlerde, Mustafa Kemal Paşa, George Washington gibi bir kimse görünüyordu.
O aralık, Ankara’ya Chicago Tribune’ün muhabiri William adında biri gelmişti. Bizim resimlerimizi aldı. Bunlar muhtelif Amerikan gazetelerinde basıldı.
Aynı gün, öğleden sonra, İstanbul’dan Saffet Bey isminde ve Anadolu’ya silâh kaçıran bir adam geldi, beni görmek istedi. Dedi ki:
— Size büyük bir haberim var. Türk tarihinde tek mevki işgal eden bir kadın oldunuz. Aynı zamanda, İstanbul’da, Nakiye Hanım’ı görüp ailemden de haber getirdi. Elime uzattığı Peyam-ı Sabah gazetesinde Kürt Mustafa Paşa mahkemesinin verdiği idam ilâmı ile fetva vardı. İdama mahkûm olan yedi kişi arasında sıra ile Mustafa Kemal Paşa, Bekir Sami Bey, Dr. Adnan, Ali Fuad, Ahmed Rüstem, Kara Vasıf ve Halide Edib vardı.
Her şey Allah'ın rahmetiyledir.
Resulullah buyurdu (sav)
Rabb (c) buyurdu ki: "Kulumu rahmetimle cennetime koyun!'
O da tekrar: Ya Rabb, bilakis amelimle!"
Rabb (cc), meleklerine buyurdu ki: 'Kuluma verilen nimetlerle onun amelini mukayese edin!"
Sadece görme nimeti, beş yüz yıllık ibadeti kapsadı (bitirdi).
İsa ona şöyle dedi: " Behey adam kim beni üzerinizde yargıç ya da hakem yaptı?" Sonra onlara,"dikkatli olun"dedi. "Her türlü açgözlülükten sakının. Çünkü insanın yaşamı, malının çokluğundan ibaret değildir."
Darbe olmuş. Cuntacılar ibret-i alem için adam asma telaşındalar. Kurbanlardan biri de Veysel Güney. On bir gün arayla yapılan iki duruşmadan sonra idamına karar veriliyor Veysel'in ve 10 Haziran 198l'de asılıyor. ldam gecesini, dönemin Gaziantep Cumhuriyet savcısı anlatıyor:
" ... dedim 'Veysel, son bir arzun var mı? Adettendir, son arzun nedir?' 'Babama mektup yazacağım' dedi. Kağıt kalem verdik. Yazdı mektubunu. Hiç kimseyi tanımıyordu orada ve ipe götürülen bir adamdı. Avukatı yoktu, yakını yoktu, hiç kimsesi yoktu ... " Veysel'in mezarı da yok şimdi. Asmakla kalmamışlar, ölüsünü de vermiyorlar.
" ... Karga ağzında bir karga ölüsüyle geldi uzaktan ve ora da bir yere kondu. Toprağı eşeledi ve ağzındaki ölüyü, açtığı çukura koydu. Sonra eşelediği çukurun üzerini yine toprakla örttü. Bunları gören Kabil'in içi yandı, bir karga kadar olamadığı ve kardeşinin ölüsünü açıkta bıraktığı için pişman oldu. Ah! etti ... "
Ey cellatlar, ey güvercin kasapları, ölüm tacirleri...
İnsan daha konuşmadan, öğrenmeden, bilmeden "mezar kazıyordu" ölüsü için.
Ne Berfo ananın oğlunun ölüsünü verdiniz, ne de Veysel'in mezarını ...
Ölülerimiz nerede?
Bir karga bile değilsiniz. Kabil'in kargayı görüp de utanan kalbi yok sizlerde, anladık.
Ama, yorulmadınız mı, ağzınızda cesetlerle yıllar yılı tepemizde akbaba gibi dolaşmaktan? Bir karga gibi yapın hiç olmazsa. İnin yere ve bırakın ölülerimizi. Kalplerimiz onlara mezar yeridir.