"İnsan yüreği soba gibi. Sıcaklık üretiyor, enerji yayıyoruz. Ama başkalarını suçlayınca, onları karalayınca, dedikodu yapıp kem konuşunca enerji kaybolur. Yüreğimiz soğur."
Elimizde kürdan gibi incecik ve latif zıpkınlar, başkalarının hayatından veya mutsuzluğundan kendimize bir paye çıkarmak için avlanıyoruz derin sularda.
Tatlı mıdır dedikodu sahi? Nasıl bir tat bırakır? Dilde? Benlikte? Zihinde? Başkalarının özel hayatlarına olan merakımız, dinmeyen açlığımız basit ve masum bir sosyal alışkanlıktan mı kaynaklanır, yoksa çok daha derin ve saklı bir itkiden mi? Dedikodu bir yiyecek olsa feci kalorili, bol şekerli profiterole benzerdi muhtemelen. Yerken pek hoş gelir, ama sonra mideye oturur, geride zararlar bırakırdı. Dedikodu bir kitap olsa bir telefon rehberi olurdu muhtemelen. Uzaktan bakınca kallavi, dolu dolu hatta gerekli ama okumaya kalksan benliğine hiçbir şey katmaz.
Varlığın sırları saklı senden, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedikodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın ne ben.