DEĞERSİZLER'den: "Neler yoktu ki o pis suyun içinde: yanıtı bulunamamış sorular, giderilememiş meraklar, ulaşılamamış hedefler, çürük bir diş gibi biteviye koku yapan kırgınlıklar, yorgunluklar... Kasvet, yüzlerce baloncuk yapmış bir urdu sanki bedenini saran. Ama aydınlanacaktı, içindeki irin büyümüş, kabına sığmaz olmuş, çamurlu ve kanlı bir sıvı gibi sızmaya başlamıştı artık kepenklerin altından. Arınmanın, temizlenip paklanmanın zamanı gelmişti. Her kâbus, içinde patlayan bir tümör baloncuğuydu sanki. Bunalım, akla ve bedene rahatsızlık veren bir çığlık gibi terk ediyordu vücudunu."
DEĞERSİZLER'den: "İnsanın bilinçaltı izin vermiyordu galiba, kökleri derinlerde saklı bazı görüntülerin zamanı gelmeden su yüzüne çıkmasına. Ama neden? Rüyasında görmek istiyordu işte, hazırdı, bekliyordu. Bazen de, böyle düşündüğü için rüyaları kurmaca bir gösteriye dönüşecek diye korkuyordu. Ansızın çıkıvermeliydi babası karşısına, hazırlıksız yakalanmalıydı, eli ayağına dolaşmalıydı, “Seni beklemiyordum” demeliydi. Gerçek olmalıydı karşılaşmaları. O kadar gerçek olmalıydı ki, yaşamın kendisi rüyaya dönüşmeliydi."
Takvimler sayfalarını birer birer yitiriyor, güneşin yerküreyle yaptığı açı git gide değişiyordu. Zaman denen dizginsiz canavar, akrep ve yelkovan adı verilen pipetlerle kanını emiyordu yaşamın.
Kuşlar her zaman doğru yerlere uçmaz. Onlara bu kadar güvenmemelisin. Bırak bu aydınlanma safsatalarını aptal, seni asıl yaşatan ve yaşatacak olan karanlıktır. Erişemeye çalıştığın aydınlık da en az karanlık kadar siyahtır. Hangisinin, ne zaman, ne kılıkta karşımıza çıkacağı ise belirsizdir.