Dekalog (travmatik bir şekilde dayatılmış tanrısal Emirler) modern ters yüzüyle, o pek sevilen “insan haklarıyla nasıl bir bağlantı kurar? Kieslowski’nin Renkler üçlemesi örtük bir şekilde insan Haklarına gönderme yapar: üç renk Fransız Devrimi’nin üç sloganına karşılık gelir: mavi Özgürlük, beyaz Eşitlik, kırmızı Kardeşlik. Politika sonrası liberal ve serbest bırakmacı toplumumuzda, insan Hakları son aşamada on Emri çiğneme Haklarına indirgenmiştir. “Mahremi yet hakkı” - gizlice, kimse beni görmezken ya da yaşamıma sızma hakkına sahip değilken yapılan zina.
“Mutluluğun peşinden gitme ve özel mülkiyete sahip olma hakkı” - çalma (başkalarını sömürme) hakkı.
“Basın ve görüşünü ifade etme özgürlüğü” yalan söyleme hakkı. “Özgür yurttaşların silah sahibi olma hakkı” - öldürme hakkı. Ve, son olarak, “dinsel inanç özgürlüğü” - sahte tanrıları övme hakkı, insan haklarının bu yozlaştırılması daha fikir hallerinde yer alır: insan hakları onların kendi fazlalıklarını özgürlükçülük [libertinage] kılığında yaratır. Peki, öyleyse, bu fazlalığı nasıl dizginleyeceğiz? Özgürlükçülüğün verdiği ders, Emirlerden yoksun Hakların kaçınılmaz olarak karşılıklı köleleştirme ve sömürüye çevriliyor olmasıymış gibi görünüyor: Emirleri çiğnerken,özgürlükçü başka insanları dizginsiz hazlarımn aracı olarak köleleştirir ve sömürür. Fakat, Renkler üçlemesi başka bir çıkış yolu önerir, Hakların kullanılmasının Emirlerin denetiminde olması gerektiği fikrinin ötesindeki bir çıkış yolu.