Ahmet Büke’nin öykülerini çok özlemişim.
Varamayan ile bu özlemi biraz da olsa giderdim.
Konusu olan, gerçekten hikâyesi olan öyküler yazıyor Ahmet Büke.
Onun hikâyelerini okurken kendi yaşamınıza dair pek çok şey buluyorsunuz.Gerçi belli bir yaşta olmanız gerek bunun için.
Kitapta ilk bölümde yer alan Varamayan Ahmet öyküsü, bir zamanlar neredeyse tek ulaşım aracı olarak kullandığım trenli yaşama götürdü beni.Alışverişe gitmek demek, sinemaya gitmek demek, Bakırköy’e gitmek demekti, çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda.O zamanlar otobüs seferleri o kadar azdı ki, minibüsle Küçükçekmece’ye gider, oradan da trenle Bakırköy’e doğru devam ederdik.Şu anki hızlı trenlerden farklı bir tren kültürü vardı.
Varamayan Ahmet’in bir türlü inmesi gerektiği istasyonda inemeyip yola devam ettiği tren her ne kadar uzun yol treni olsa da ( çok daha zengin tren manzaraları var dolayısıyla) ortak pek çok nokta buldum ben.
Varamayan Ahmet’in saflığı, güzelliği , inmek istediği istasyonda inmeyi başaramaması hem gülümsett,i hem acıttı beni.Ahmet için korktum.Endişelendim.Vüsat O. Bener’in Havva’sı gibi içimi yaktı.
Gülümsediğim noktada, yıllar önce yengemin, teyzesinin; ilk trene binişinde ayakkabılarını nasıl çıkardığını anlatışı geldi aklıma.
Bir öykü böyle kalıcı oluyorsa belleğinizde, unutmuyorsanız ve sizi bambaşka şeyleri düşünmeye götürüyorsa o öykü başarılıdır bence.
İnsan İlişkileri ve Buzdolabı öyküsünü de çok sevdim.
Mutlaka okuyun Ahmet Büke’yi.O, az rastlanır bir hikâye anlatıcısı.