"O zaman, bana şunları fısıldadı: 'Ne? Seni korkutuyor muyum? Bu mümkündür! Hâlâ bir maskem olduğunu düşünüyorsun belki, he? Bu mu? Başım da mı bir maske? Pekâlâ!' diye bağırmaya başladı. 'Bunu da diğeri gibi çıkar! Hadi! Hadi! Tekrarla yine! İstiyorum bunu! Ellerin... Ellerin... Ellerini bana ver! Eğer ellerin yeterli olmazsa sana benimkileri ödünç vereceğim ve maskeyi çıkarıp atmak için ikimiz birlikte çabalayacağız' Ayaklarının dibinde yuvarlanıyordum ama o ellerimi bırakmıyordu, Raoul. Ellerimi o korkunç yüzüne daldırdı. Tırnaklarımla etini yırttı, o korkunç ölü etini!
"Öğren! Öğren!" diye bağırıyordu, bir demirci ocağı gibi hararet yayan boğazının derinliklerinden. 'Bir ölüden hiçbir farkım olmadığını öğren! Tepeden tırnağa ölüyüm ben! Seni seven, sana tapan ve seni bundan böyle asla ama asla terk etmeyecek olan kişi aslında bir kadavra. İleride aşkımızın sonuna geldiğimizde, Christine, tabutumuzu geniş yaptıracağım. İşte! Artık gülmüyorum, görüyorsun, ağlıyorum. Sana ağlıyorum, Christine, maskemi çıkaran ve bu yüzden de asla beni terk edemeyecek olan sana ağlıyorum! Benim yakışıklı biri olduğuma inandığın sürece, bana geri gelebilirdin, Christine! Geri gelecektin, bunu biliyorum. Fakat şimdi çirkinliğimle karşılaşınca, artık sonsuza kadar kaçacaksın benden. Seni bırakmıyorum! Hem, neden beni görmek istedin ki? Akılsız! Aptal Christine! Beni görmek istemek de ne demek! Babam bile beni hiç görmemişken ve annem bile beni bir daha görmemek için, ağlayarak, bana ilk maskemi hediye etmişken, sana ne oluyor!'