Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Tanrıyı tanıyor ve anlıyor muyum? Tanıyorum ama anlamıyorum.
Biliyor musun Sebastian, bazen Tanrıyı hiç anlamıyorum. - Tanrı mı efendim? Hangi Tanrı? - O ne demek öyle Sebastian? Kaç tane Tanrı var ki? - Bilmiyorum efendim. Sizce kaç tane var? - Elbette bir tane var Sebastian. O da bildiğimiz Tanrı. Hani şu adaleti sağlayan. - Adalet mi efendim? Hangi adalet? - Yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette
SOKRATES - Ne diyorsun, sevgili dostum? Şu düşündüğüne bak; ne güzelliğine yakışıyor, ne de öteki üstünlüklerine. ALKIBIADES - Ne demek istiyorsun, Sokrates, ne düşünüyorsun? SOKRATES - Senin hesabına, sevgim hesabına çok üzüldüm. ALKIBIADES - Niye? SOKRATES - Yalnız buradaki adamlarla savaşacağını sanıyorsun da ona. ALKIBIADES - Peki kiminle savaşacağım? SOKRATES - Üstün ruhla olduğunu sanan bir adam böyle sorar mı? ALKIBIADES - Öyleyse ne? Buradaki adamlarla savaşamayacağım da kiminle savaşacağım? SOKRATES - Dinle, Alkibiades. Savaşa girişmek üzere olan bir üç sıra kürekliyi kullanmak istesen, gemide, en iyi dümenci olmak sence yeter mi, yoksa bu üstünlüğün zaten gerektiğini düşünerek, şimdi yaptığın gibi, gözlerini yardımcılarına değil de, rakiplerine mi çevirirsin? Yardımcılarına o kadar üstün olmalısın ki, onlar sana rakip olacakları yerde, senden aşağı olduklarını anlasınlar, düşmanla savaşta sana yardım etsinler. Kendine, şehre yakışır, gerçekten güzel bir iş görerek kendini göstermek niyetinde isen, bu böyle olur, Alkibiades.
Reklam
Coşku eksik Max. - Ne demek istiyorsun? - Burada, senin memleketinde yani, coşku yok, böyle güneşli bir günde dahi. Daima aşırı bir ciddiyet hissediliyor, katı bir tutum. - Bu duruma katlanmak zor mu oldu senin için? - Sen her zaman bir şeyler yapman gerektiğini düşünüyorsun Max. - Yani ne anlama geliyor bu? - Bilemiyorum, ciddiyet belki, ciddiyet ve suskunluk. Günün her saati aynı, öğlenleri bile yabancı, pek tekin değil. Bazen burasının yüzeyi olmadığını düşünüyorum, ama... Ne? Nasıl söylesem... Derinlik, yalnızca rahatsız edici bir derinlik var ve burada birikenler insanı tehdit ediyor. - Bu sence çok mu kötü Teo? - Yüzeyde de insani bir boyut olduğunu söylüyorum. - Anlıyorum Teo, ama böyle de olsa, burayı yaşanır kılmak için uğraşmamız gerekmez mi?
Sayfa 376Kitabı okudu
"Düşünüyorum da..." "Demek düşünüyorsun. Ne diye şimdi böyle bir şeye kalkıştın ki!"
Buse gözlerini kapattı, elinde tuttuğu dilek balonunu yavaşça havaya birakti ve kafasını gökyüzüne doğru kaldırarak evrene mesajını yolladı "Beni düşünmeden bir günü geçmesin. Verdiği her nefes aşkımız koksun." Gözlerini açtığında karşısında bıyıkları sigaradan sararmış, beyaz atletli, göbekli, buran buram ter kokan orta yaşlarda bir
_Her şey algıdır. Herhangi bir şeyi itici ya da çekici kılan tamamen senin zihnindir. Karar veren faktör sensin. _Zihin, aldatıcıdır. Gerçekte ikilem yoktur. Gerçekte sorun yoktur. Hiç olmamıştır, hiç olmayacaktır. Zihinde sorunlar vardır ve sen gerçekliğe zihnin aracılığıyla bakarsın. Böylece gerçeklik sorunlu olur. _Sağlıksız bir zihinle ne
Reklam
_UYUYORSUN! Rüyadasın. Gece gündüz demeden rüya görüyorsun. Bazen açık bazen de kapalı gözlerle. Hakikat değilsin. Rüya gören bir zihin, hakikati göremez ve hakikati de bir hayale dönüştürür. Gerçekle yüzleşirsen gerçek, hakikate dönüşür; kaçarsan yalanlar içerisinde yaşarsın. Uyan! Uyanık ol. Uyanık olmak hedeftir. Sessizlik içinde düşünerek
"Evlilik böyle bir şey Cem. Evlendiğin insanın her şeyinin sahibi olmak istiyorsun. Üstelik bu çok meşru bir istek sayılıyor. Yani çevrendeki herkes böyle düşünüyor. Sevgilinin aklından geçenleri bile bilmek istersin. ‘Sevgilim ne düşünüyorsun?’ En sık sorulan sorudur bu. Ne düşündüğünü bilmek istemek... Aslında bilmek bir anlamda sahibi olmak demek. Bir süre sonra da alışıyorsun. Nasıl olsa bilinebilecek her şeyi biliyorum, diye yaşamaya başlıyorsun. Oysa..."
Sayfa 103 - Can YayınlarıKitabı okudu
"Neden hic kız arkadaşın olmadı?" Omuz silktim " sanırım gerekli özelliklere sahip değilim " "Yani çekici biri olmadığını mı düşünüyorsun ? Demek istediğin bu mu" "Yarı şakaydı ama evet " "O halde sana yanlış düşündügünü söyleyeyim roy sana acıdığım için degil gerçek olduğu için söylüyorum " "Gerçek mi bana uzattigı bardagı aldım böyle şeyler öznel değil midir " "Bazı şeyler özneldir ve bir erkegin bütün çekiciligi kadının çekiçiliginin aksine bakan kadının gözündedir " "Sence bu haksızlık degil mi? " "Erkek görünüsüne daha az önem verildiği icin daha özgür olabilir ama onun da sosyal statüsüne önem verilyor kadınlar görüslerine göre değerlendirmekten yakınırken erkekler de statü baskısından yakınmalılar " "Peki hem güzellikten hem sosyal statüden yoksunsan " " Güzellik gibi statü de farklı değerlere ve ölcütlere göre berirlenir dedi " yoksul ama dahi bir ressamın bir harem dolusu kadını olabilir kadınlar yetenekli sürüden farklı olan erkeklerden etkilenir hem güzellikten hem statüden yoksunsan bunu cazibeyle güçlü karakterlerle mihazla ya da başka bir nitelikte telafi etmek gerekir " Güldüm "bende burdan puan alıyorum öyle mi" "Evet" dedi sadece "Sağlığına "
Dur bir dakika… Al işte… Sana teşekkür ederim!” Zahar İvanoviç, Mazin’in eline üç rublelik bir kâğıt para tutuş- turduktan sonra yüzüne yüce gönüllü bir iş yapmış da cevabını bekliyormuş gibi baktı. Mazin’se elindeki kâğıt paraya dikkatle bakıyordu. Heceleri uzata uzata, düşünceli sordu: “Yani bunu bana mı veriyorsunuz?” “Aptal!
Sayfa 321
Reklam
İlerliyorsun. Demek böyle, diyorsun, arkandan adımlarını işitiyorsun, kurşunun namluya sürülüş sesini duyuyorsun, demek böyle sona erecek. Ama hazırsın. Bir tek Kader için üzülüyorsun, Kader'i böyle yarı yolda bıraktığın için üzülüyorsun. Ama belki yarım bir şey yoktur, diye düşünüyorsun, belki yarım hiçbir şey yoktur, her an aynı zamanda tam, bütün ve eksiksizdir. Belki her yaşam, bir aylıkken ölen bebekten doksan yaşında ölen ihtiyara kadar tamdır, eksiksizdir.
Sayfa 258Kitabı okudu
'Ne yapacağım ben seninle?' 'Alışmaya çalışacaksın,' 'Çalışmazsam?' 'Yoksa yüzüme hep böyle ıstırap dolu bakmaya devam edersin.' 'Öyle mi bakıyorum sana?' 'Öyle bakıyorsun bana, Sert ama acı çekiyormuş gibi... Neden? Yanıyorsun, etrafını alevler sarmış ama sen bunu umursamıyorsun. Ateşten yanacağından değil, ateşinle kimi yakacağını düşünüyorsun. Bana neden acı çekiyormuş gibi bakıyorsun Bronz?' 'Günah işlediğimdendir belki de, Şeytan hiç bu kadar günahkâr olmak istememişti. Ucunda cehennem var biliyorum fakat yanmanın ne demek olduğunu da biliyorum. İblis yaratıldığı ateşi bilmez mi?' 'Şeytan, artık cehennemi tek etmeli. Orada hiç ateş gelmedi, Bronz.' 'Burada mı? Cehennemin kor ateşi burada mı Hisar?' 'Kor ateşi başka tenlerde aramamalısın Bronz, yoksa sadece günahkâr olursun. Unutma, şeytan ateşi değil; ateş şeytanı yarattı. O zaten içinde olmalı.'
Sayfa 256Kitabı okudu
"O zaman, bana şunları fısıldadı: 'Ne? Seni korkutuyor muyum? Bu mümkündür! Hâlâ bir maskem olduğunu düşünüyorsun belki, he? Bu mu? Başım da mı bir maske? Pekâlâ!' diye bağırmaya başladı. 'Bunu da diğeri gibi çıkar! Hadi! Hadi! Tekrarla yine! İstiyorum bunu! Ellerin... Ellerin... Ellerini bana ver! Eğer ellerin yeterli olmazsa sana benimkileri ödünç vereceğim ve maskeyi çıkarıp atmak için ikimiz birlikte çabalayacağız' Ayaklarının dibinde yuvarlanıyordum ama o ellerimi bırakmıyordu, Raoul. Ellerimi o korkunç yüzüne daldırdı. Tırnaklarımla etini yırttı, o korkunç ölü etini! "Öğren! Öğren!" diye bağırıyordu, bir demirci ocağı gibi hararet yayan boğazının derinliklerinden. 'Bir ölüden hiçbir farkım olmadığını öğren! Tepeden tırnağa ölüyüm ben! Seni seven, sana tapan ve seni bundan böyle asla ama asla terk etmeyecek olan kişi aslında bir kadavra. İleride aşkımızın sonuna geldiğimizde, Christine, tabutumuzu geniş yaptıracağım. İşte! Artık gülmüyorum, görüyorsun, ağlıyorum. Sana ağlıyorum, Christine, maskemi çıkaran ve bu yüzden de asla beni terk edemeyecek olan sana ağlıyorum! Benim yakışıklı biri olduğuma inandığın sürece, bana geri gelebilirdin, Christine! Geri gelecektin, bunu biliyorum. Fakat şimdi çirkinliğimle karşılaşınca, artık sonsuza kadar kaçacaksın benden. Seni bırakmıyorum! Hem, neden beni görmek istedin ki? Akılsız! Aptal Christine! Beni görmek istemek de ne demek! Babam bile beni hiç görmemişken ve annem bile beni bir daha görmemek için, ağlayarak, bana ilk maskemi hediye etmişken, sana ne oluyor!'
Sayfa 185Kitabı okudu
Biliyor musun Sebastian, bazen Tanrıyı hiç anlamıyorum. - Tanrı mı efendim? Hangi Tanrı? - O ne demek öyle Sebastian? Kaç tane Tanrı var ki? - Bilmiyorum efendim. Sizce kaç tane var? - Elbette bir tane var Sebastian. O da bildiğimiz Tanrı. Hani şu adaleti sağlayan. - Adalet mi efendim? Hangi adalet? - Yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette
Kent hayatı, insanın, insanî macerasının somutlaşmış halidir diyebiliriz. İnsanın birey olarak kendi içinde taşıdığı çelişkiler, onun toplum hayatında da somutlaşıyor ve aynı çelişkiler onların bir arada yaşamaları halinde de ortaya çıkıyor: şuna bakılsın: mescitler ve genelevler, meyhaneler ve aşevleri, hırsızlar ve emekçiler, veliler ve fahişeler, âkiller ve meczuplar, kulübeler ve apartmanlar.. yan yana, iç içe, birbirlerini kollayarak, dahası birbirlerini himaye ederek aynı kentin seması altında himaye buluyorlar. İşte böylesine bir ortamda, bu ateşi avucunda tutmak zorunda kaldığını, ateşi avucunda tutarken, gene aynı avucundaki buzu eritmeme görevini üstlenmiş olduğuna bakarak o sırat köprüsünü geçmeye hazırlandığını düşünüyorsun: demek oluyor ki, bir kentli, sürekli biçimde böyle bir sırat köprüsünün üzerinde duruyor. Zor bir işin üstesinden gelinmesi gerekiyor: insanın, insan olduğunu ona hatırlatan ve onun sürek- li biçimde bir sınavda olduğunu ona duyuran bu zorluk değil mi: o, bir damdan ötekine sıçrarken; ekmeğini kazanırken, helalin ve haramın kıl denli ince sınırlarını gözetmek zorundadır: onu murakabeye sürükleyen de bu zorunluluktur. O, zaman zaman kent hayatının bu zorunluluklarının dışına çıkma ihtiyacını hissedecek ve kendini yenilemenin yolunu arayacaktır.
Sayfa 97 - İz YayıncılıkKitabı okudu
194 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.