Olur da geceye düşerse kalbim,
Sen sabaha eriştir kalbimi.
Olur da kış olursa ümitlerim,
Sen bahar eyle ümitlerimi.
Geceden gündüz, kıştan yaz çıkaran Fâtır- Hakîm'im,
Senin elindedir elbet bu kalbim.
Kalbin Gecesi
"... kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden, ancak leyl ve nehârı birbirine kalb eden Fâtır-i Hakîmdir,"
Mesnevî-i Nûriye'den yine. "Kalıp" ve "kalp" tepeleri arasına kurulmuş bir cümle. Işıklandırma/tenvir etme yörüngesine oturmuş bir bakış. Leyl ve nehâr (gece ve gündüz) dönüşümü ekseninde, "geceden gündüzü, gündüzden geceyi çıkaran" mealli ayetlerin anlamına bulanmış bir ifade. "Kalb" kelimesini, kök anlamı olan kalb edilme, yani değişip dönüşme, sürekli inkılaplar içinde olma üzerinden yeniden inşa eden bir kurgu. Kalıbımızın ışıklandırılması gece ve gündüzü birbirine kalb eden sayesinde ise, kalbimizin küresinde nûrun sürekli tutulması da O'nun elindedir diye düşündürmeye ayarlı ince bir tefekkür. Ve en önemlisi, kalıbın ışıklandırılmasını, kalbin tenvirini, leyl ve nehârın kalb edilmesini paralel ve hikmetli bir yaratış olarak görüp, birbirine şahit olarak gösterip, "Fâtı-ı Hakîm" isimlerini canlı görüntüler üzerinde oku(t)mak...
Habbab, o kadar kendini Mus'ab'ın hidayeti meselesine kaptırmıştı ki o anda kızgın bir demiri eli ile tutmuş, o demirin elini yakma acısını bile hissetmemişti. Mus'ab, Habbab'ın elindeki o kizgin demiri görünce; şaşırmış;
"Ey Habbab! Yanmıyor musun?" demişti. Habbab: aklımdaki ateş içimi yakarken, elimdeki ateşi bedenim hissetmiyor!" diye cevap vermişti. Mus'ab, daha da şaşırmıştı. birkaç gündür, onun da yüreği yanıyordu. Böylece bir sohbet ortamı oluşmuş, Habbab yeni öğrendiği İslam'ın hakikatlerine dair şeyleri ona anlatmaya başlamıştı. Habbab bir demirci mahareti ile o güne kadar eliyle dövdüğü demirleri bırakmış; sanki Mus'ab'ın yüreğini eline almış, şimdi Mus'ab'ın yüreğini Efendimiz'den (sas) öğrendiği ilahi kelamın mesajları ile dövmeye, yoğurmaya başlamıştı. neticesinde Mus'ab Müslüman olmaya karar vermis, sonra soluğu Daru'l-Erkam'da almış, huzur-u Nebi'de imanını ikrar etmişti.
Kitabı yeniden okumak, bu kez yazıldığı topraklarda kitabı yaşamak benim için inanılmaz bir deneyim oldu.
Yaşar Kemal demek efsane demek. Yaşar Kemal demek umutsuzluktan umut yaratan, sözün bir büyücüsü, tekmil zulme uğrayanın dostu demek.
Nerden başlasam bilemiyorum ama kendimi biraz da şanslı hissediyorum. Şu an üç gün süren Yaşar Kemal
Romalılar sadece iki soylu ve özgür meslek kabul ediyorlardı: tarım ve askerlik. Tüm yurttaşlar Hazine'den geçinme hakkına sahipti, geçinmek için kanun gereği kölelere düşen sordidae artes'ten' (diğer meslekleri böyle niteliyorlardı) birini yapmaya zorlanamazlardı. Yaşlı Brutus'un halkı ayaklandırmak için tiran Tarquinus'a yönelttiği başlıca suçlama, özgür yurttaşları zanaatkâr ve duvarcı yapmış olmasıydı.
Eski filozoflar ideaların kökeni konusunda anlaşmazlığa düşebiliyor, ama konu çalışmayı aşağılamaya gelince ağız birliği ediyorlardı. Platon, toplumsal ütopyasında, örnek devletinde şöyle diyor: "Doğada ne kunduracı ne de demirci vardır; bu tür işler onları yapan insanları bozar; bunlar durumları gereğince siyasi haklardan dışlanmış aşağı tabakadan ücretliler, isimsiz sefillerdir. Yalan söyleyip aldatma ya alışmış satıcılara gelince, onlara sitede ancak zorunlu bir kötülük olarak tahammül edilecektir. Dükkân ticareti yüzünden alçalan kişi bu suçu nedeniyle takibata uğrayacaktır. Eğer suçu sabitleşirse bir yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.
Suçun her tekrarında ceza iki katına çıkacaktır."
Sayfa 40 - İş Bankası Yayınları, III.BasımKitabı okudu
Nihayet Bizim Köy'e kavuştum. Okumak için bundan daha güzel bir zaman olamazdı. Neden mi? Merak edenler buyursun...
Bazı kitap dostlarım bilir. Mesleğimin 28. yılında yeniden köy öğretmeni oldum. 20 yıl sonra tekrar köyde olmak ilk başlarda bana zor gelse de zamanla alıştım.
Köy öğretmeni olmak bence muhteşem bir şey. İstediğin an doğada
bir dergi için yapılabilecek en iyi incelemenin 'editör yazısı ile makale bilgilerinin paylaşılması' diye düşündüm
EDİTÖR YAZISI:
Bana Seni Gerek Seni
Yunus Emre'ye ait olduğu sanılan başlıktaki bu söz, aslında mânâ itibâriyle Türkistan'ın büyük velîsi Ahmed Yesevîye aittir. Onun yaşadığı dönemde sûfiler İslâm'ı yaymak