Memleketim'den Manzaralar 2...
2007 yazında, Ankara’da, barajlarda su dibe vurunca kesinti başladı. Üç günlük kesintiden sonra, su birden verilince üç dört yerde borular patladı. Kesintiden sağlanan tasarrufun onlarca katı su kaybı oluştu. Başbakan çıktı, “Aslında rakamlar su kesintisine gerek ol-madığını gösteriyor” dedi. Melih Gökçek (Belediye Başkanı) “Aslında doğru, suları
Türk işçileri Almanya’ya yeni gitmiştir. Çocuklarını okula götürürler, Türkçe bilen öğretmen yok, hiçbir planlama yapılmamış. İlk üç yıl, Türk çocukları, öğrenme engelli Alman çocuklarıyla şekil yerleştirirler. Para kazanırlar, Türk bankası yok; dil bilmediklerinden paraları yastık altlarında saklarlar. İbadet edemezler, din adamı yoktur. Sokaklarda kurban kesmeye kalkarlar. Almanlar şok olur, Türkler yollarda hayvan öldürüyor diye. Yıl 1967, Alman Başbakanı Konrad Adenauer ölür, cenazesine Türk Başbakanı Süleyman Demirel gider. İşçiler çok heyecanlanır, başbakan geliyor, bize geleceği anlatacak, sorunlarımızı çözecek diye. İşçiler radyoların başında toplanır; bana bunu, o zaman Almanya’da mimari okuyan Özcan Kutay anlattı. Herkes sorunlara çözüm beklerken Demirel yeşillik anlatır. “Benim köylüm, benim işçim” der, “Ben böyle imarlı, yeşil ülke görmedim. Yiyin, için, keyfinize bakın, bizi de unutmayın!”. Çözüm bekleyen insanlar çöküp kalır. “İşçilerin hâlini görünce gözlerim doldu” der Özcan Kutay.
Reklam
"Burdur'u bu şekilde tanımayı, askerlik görevini aniden yapmayı hiç hayal etmemişti ama hayat da tam olarak buydu. Beklenmedik zamanda beklenmedik şeyler sunar ve olacaklara hazır olanların önünü açar, diğerleri içinse pişmanlıklar doğurarak yoluna devam ederdi. Süreyya da IBM CEO'sunun dediği gibi artık kendi sorumluluğunu her şeye hazır olmak olarak görüyordu."
Sayfa 115
"Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise İbrahimi dinlerin Tanrısının eline güç geçirmiş hasbelkader bir varlık olmadığı; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, tek olan ve nihai iyi olan gibi birçok özellikle dolu olduğudur. Yani Tanrı, tanım ve içerik yüklü bir kavramdır. Bu nedenle Tanrı’nın dilediğini ahlaken doğru ya da yanlış olarak atayabileceğini öne sürerken Tanrı’nın rastgele hareket etmediği ve barındırdığı niteliklere uygun hareket edeceği göz önünde bulundurulmalıdır."
Sayfa 219Kitabı okudu
Syf:217 "Euthyphron ikilemi ile ilgili gözardı edilen bazı hususlara değinmek yerinde olacaktır." Syf:218 "İkilem, adını Platon’un Euthyphron diyaloğundan alır. Bu diyalogda Sokrates, kutsal olanın Tanrılar tarafından sevildiği için mi kutsal olduğunu yoksa zaten kutsal olduğu için mi Tanrılar tarafından sevildiğini sorar. Eserin yazarının idealar kuramının sahibi Platon olduğu göz önüne alınırsa, Sokrates doğal olarak Tanrıların kutsal olan şeyi kutsal oldukları için sevdiğini öne sürer. Sokrates’in bu seçimi Platon’un idealar tezine uygun olduğu gibi, aynı zamanda çoktanrılı bir inancın sorunlarına cevap bulma çabasının da bir ürünüdür. Zira Antik Yunan’daki çoktanrıcılığın kaçınılmaz bir sonucu olarak Tanrılardan kiminin onayladığı bir şey, diğeri tarafından reddedilebilmekteydi. Bu durum Euthyphron diyaloğunda henüz meşhur ikileme gelmeden önce Sokrates tarafından da şu şekilde belirtilir: “Tanrılar aynı şeyleri hem haklı hem haksız buluyorlar, aynı şeyler Tanrıların hem hoşuna gidiyor hem gitmiyor” Tanrıların birbirlerinden farklı karakterlere sahip oldukları ve hatta zaman zaman birbirleriyle rekabet ya da savaş hâlinde oldukları çoktanrılı bir sistemde ortak ve objektif değerlere ulaşmak için birbiriyle çatışan Tanrılardansa kendinden kaim ve değişmez olan Platonik varlıklara başvurma çabası anlaşılabilirdir. Ne var ki tektanrıcılık, Euthyphron ikileminin başa çıkmaya çalıştığı bu ana problemden muaftır."
"Tanrı’nın kendi doğasına uygun hareket etmesi onun gücünün kısıtlandığı anlamına gelmez. Dolayısıyla ahlaki değerler Tanrı’nın doğasında, ahlaki görevler ise Tanrı’nın kendi doğasına uygun biçimde verdiği emirlerde temellenir."
Sayfa 217Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.