1862 yılında otuz iki yaşındaki Lev Tolstoy, henüz on sekizindeki Sonya Behrs ile evlenmeden birkaç gün önce aralarında hiçbir sır olmaması gerektiğine karar verdi. Bu kararın bir parçası olarak günlüklerini ona okuttu ve genç kızın hem ağlaması hem de oldukça kızması onu çok şaşırttı. Günlüklerine eski aşk ilişkilerini yazarken yakında yaşayan
İnsan her zaman annesini sever mi?
Babasızlık nasıl bir duygudur? Ya da annesizlik?
Sevdiğiniz halde başkaları için sevmiyormuş gibi davranmak zorunda kaldınız mı hiç?
Geçmiş her zaman geçmişte kalır mı?
Fakirlik utanılacak bir şey midir?
Aşk var mıdır?
Adalet nedir?
Namuslu olmak ne demek?
Yaşadığı yeri değişince insan da değişir mi?
Her
Gün Olur Asra Bedel, bilge bir adamın ölümü ve akabinde onu geleneklerine göre defnetmek için yola çıkan vefalı dostunun uzun yolculuğu ile başlıyor.
Bu yolculuk bize Sarı Özek bozkırındaki sessiz yaşamı, çocuğu mankurt yapılan anayı, sistem için, kralcılık için mahvedilen yaşamları anlatıyor.
Cengiz Aytmatov tüm bunları Yedigey’in özelinde
Bu sabah uyandım, kalkıp yüzümü yıkadım ve birden, bu dünyada her şey apaydınlık göründü bana... Nasıl yaşamak gerektiğini biliyorum artık. Her şeyi biliyorum. İnsan emek harcamalıdır. Kim olursa olsun, öylesine çalışmalıdır ki terler aksın yüzünden. Yaşamın anlamı, amacı, mutluluk, coşku, sevinç, bundadır sadece... Ne güzel bir şey, şafakla birlikte kalkıp da sokakta taş kıran bir işçi olmak, ya da bir çoban, ya da çocukları eğiten bir öğretmen, ya da bir demiryolu makinisti... Tanrım, insan olmak şurada dursun, çalış da öküz ol istersen; saat on ikide kalkıp yatakta kahvesini içen, sonra da iki saat süsüyle püsüyle, giyim kuşamıyla uğraşan bir kadın olacağına, sıradan bir beygir ol daha iyi... Of, ne korkunç bir şey bu! Hani sıcak havalarda insan kimi kez dayanılmaz bir susuzluk duyar ya, işte öylesine bir çalışma susuzluğuyla kavruluyor içim. Sabahları erkenden kalkıp da çalışmaya koyulmazsam, dostluğunuzu esirgeyin benden...