Hadîsin rivayetlerinde vardır ki:
Cenab-ı Hak nefse demiş ki:
"Ben neyim, sen nesin?"
Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin!"
Azab vermiş, Cehennem'e atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente.
Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş.
Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: "Men ene vema ente?" Nefis demiş:
اَنْتَ رَبِّى الرَّح۪يمُ وَاَنَا عَبْدُكَ الْعَاجِزُ
Yani: "Sen benim Rabb-i Rahîm'imsin, ben senin âciz bir abdinim." demiş.
Bediüzzaman demiş ki "Bana Risale-i Nur ilham ile yazdırıldı". Bunu tasdik etmek zorunda değiliz. Muhyiddin İbn Arabi demiş ki: "Bu kitaplar bana yazdırıldı", bunu da tasdik etmek zorunda değiliz. Bizi bağlayan nedir? Edille-i Şer'iyye! Âlimlerimiz gereken ölçüyü koymuş. Rüyada şöyle olmuş, ilham gelmiş böyle olmuş, keşifte şöyle gelmiş... Biz bunların hak olduğunu inkâr etmiyoruz. Bunlar haktır, bunları kabul ediyoruz ama bunlar bizi "bağlamaz"; bunları tasdik etmek zorunda değiliz. Falanca veli zat falanca konuda bir şey söylediğinde bu sözü Kitab'a, Sünnet'e, İcma'ya uyuyorsa alırız, uymuyorsa "Kendisini bağlar, bizi bağlamaz" deriz. Ölçüyü bu şekilde koyarsak hiçbir problem kalmıyor.
cin ve inse mürşittir, ehl-i kemale rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaveratı ve üslübu tarzında olmak zarurî ve kat'îdir. Çünkü, cin ve ins münacatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşereti ondan taallüm ediyor ve hakeza, herkes onu merci yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Mûsa Aleyhisselâmın Tur-i Sina'da işittiği kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm gibi bir ulülazm, ancak bire kaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Mūsa Aleyhisselâm demiş:
"Senin konuşman böyle midir? Allah buyurdu: "Ben bütün dillerin kuvvetine sahibim."
(Hadis-i şerif :Tefsir-u ibni Kesir, 1:505; Mu'cemu't-Taberani el-Evsaf, 1:991.)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin vefatının 64. yıl dönümü.
Vefat yolculuğunda elini dizine vurmuş, Emirdağdan Urfaya kadar defalarca: "Beni anlamadılar, beni anlamadılar, beni anlamadılar" demiş.
Hâlâ anlaşıl/a/madı.
Bir kesim onu anlamamak için özel çaba sarfederken onu en iyi anladığını iddia edenlerin büyük çoğunluğu da onu ceplerine hapsetti, medreselerine kapattı.
En acısı onun adına (!) dışlamacılık yapan kafalar! Halbuki o "cihanşumul" hedeflere sahipti, "ittihad-ı İslam" diyordu. Rahmetler olsun.
O mektepli gençlere dediğim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim. Onu tanıyan ve itâat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır bedbahttır. Hatta bir bahtiyar mazlûm idam olunurken bedbaht zâlimlere demiş: «Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat, ben de sizi îdam-ı ebedi ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum. La ilahe illallah diyerek sürür ile teslim-i ruh eder
Câ-yı ibret bir hadise: Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: 'Neden beni kesmedin?'"
"Dedi: Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim."
"O kâfir ona dedi: 'Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; o din haktır.' dedi."
Meselâ biri demiş: “Güneş mahbûbumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.”
Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzam Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?
Bir zaman, bir padişahın müptelâ olduğu bir hastalığın ilâcı, bir çocuğun kanı imiş.
O çocuğun pederi, çocuğu, hâkimin fetvasıyla bir para mukabilinde padişaha vermiş. Çocuk, mecliste ağlamak ve şekvâ yerine gülmüş.
Sormuşlar: “Neden istimdad etmiyorsun, şikâyet etmiyorsun,gülüyorsun?”
Demiş ki: “İnsan, musibete giriftar olduğu vakit, evvel pederine, sonra hâkime, sonra padişaha şekva eder.
Benim pederim, beni kesilmek için satıyor. İşte, hâkim de ölmekliğime karar veriyor.
İşte, padişah benim kanımı istiyor. Bu antika ve pek garip ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hale karşı, ancak gülmekle mukabele edilir.”