Çok gezen de çok okuyan da ancak kendi düşünce dünyasının, yani kültürel, tarihsel ve sosyolojik ‘habitus’un sınırları içinde, dilinin ona sağladığı imkanlar ölçüsünde bilebilir. Çok gezen de çok okuyan da, bilmeye karşı gelen ‘dış’ baskılar kadar her türlü iç tepkiyi de hedef almalı, yani tehlikeli sularda yüzmeye hazırlıklı olmalıdır. Maddi durumunuz yoksa eğer, ‘bilgisel’ karşılığı bakımından çok gezmenin ancak bir “iç yolculuk”la (Valery demiş ya: “Denizcinin döndüğünde bıraktığı liman aynı değildir, çünkü ne deniz aynı denizdir ne de denizci aynı denizci.”) ilintisi olabilir. Kalenderiler buna güzel bir örnektir. Çok okuyan da, “çokluğun” bir anlam taşımadığı noktaya gelene kadar ‘yolda’ değil midir bu yüzden?