Eda Baş

Reklam
“Soyut kavramlar kullanarak yorumlama ve yargılama eğilimi günümüzde öylesi yaygın bir duruma gelmiştir ki, çoğu insana duygusunun ne olduğunu sorduğumuzda duygu yerine düşüncesini açıklar."
"Kendi sınırların seni çarmıha geriyor. Hayattan aldığın bütün zevkleri yitirdin. Önünde çıkmaz sokaklar bir bir dizilmiş. Hem kasten hem çaresizce yaratıcı hayata tutunduğun ipleri kesiyorsun. Gitgide cansız bir makineye dönüşüyorsun... Her düşünce bir şeytan, bir cehennem... Dünyanın acımasızca bütün kapıları bir bir yüzüne kapatışını tek bir şey hissetmeksizin izliyorsun. Bir zamanlar çok iyi bildiğin o sırrı unutmuş gibisin, neşeli, güler yüzlü olmanın, o kapıları açmanın sırrını."

Reader Follow Recommendations

See All
“Çünkü bir insanı etkilemek ona kendi ruhunu vermektir. Etkilenen kişi artık kendi fikirleriyle düşünemez, kendi tutkularıyla yanıp tutuşamaz hale gelir. Sahip olduğu erdemler bile gerçek değildir artık. Günahları bile ödünçtür; günah diye bir şey varsa tabii. Artık bir başkasının müziğindeki bir yankıdan, kendisi için yazılmamış bir rolü oynayan bir oyuncudan ibarettir. Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekâmül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. Hayırseverler hayırsever olmasına, açları doyurup yoksulları giydiriyorlar. Gelgelelim kendileri çırıl çıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanlığı çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dinin sırrı ise Tanrı korkusu: İşte bizi yöneten iki şey."
Sayfa 22
Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yapalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve mühitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi?
Sayfa 41
Reklam
Buyur ediyorum seni tapınağıma Sus yalnız, ses etme, bir olduk sus! (Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü'nden)
syf. 39-44
Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla, çevremizle, çevremizdekilere karşı davranışımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor.
Demek ki insan, gün doğunca uçup giden bir çiğ tanesi gibi fani ve ömrü de çakıp sönen bir şimşek kadar kısacık... Yani bir varmış, bir yokmuş...
Sayfa 171
Kasvetinden arınmak istediği böyle zamanlarda genellikle sessizce hayal dünyasına dalıyor, dışarıda koruluğa vuran gün ışığının akşamla birlikte yavaş yavaş sararmasını seyrediyordu...
Yine aynı anda etrafımdaki her şey bana yalan, sahte ve asılsız gibi gelmeye başlamıştı. Siyaset, ticaret, sanat, bilim… Kısacası her şey şu korkunç yaşantımızı kamufle eden çok renkli bir göz boyasından başka bir şey değildi. Nefes alamıyor, boğulacak gibi oluyordum.
Sayfa 208
Reklam
Çoğu kez bana karşı olduğunu hissettiğim düşman dünyada kendime bir yer açmaya çalışırken, etrafıma ve kendime verdiğim hasarın boyutlarını anlamam yıllarımı aldı.
Sayfa 113
Dünya, her şeyi, kendi zamanı, kendi duyguları, kendi durumlarıyla ölçüp biçen insanlarla doluydu ve o insanlara bir şeyler öğretmek gerçekten zordu.
Sayfa 19
Hiçbir şeyin fazlasını taşımak istemiyordu artık. Yalnızca yolculuklarda değil, hayatta da
Sayfa 18
"Akşam oldu da gün dağından aşmıyor," diye bir türkü dilinden düşmezdi. Bazı türkülerin hüznünde, yaratıldıkları toprağı ve zamanı aşan bir zarafet vardı.
Sayfa 90
Bana kendi kendimle konuştuğum geniş bir zaman kaldı.
Sayfa 127
242 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.