Bilen bilir ki ayrılık hiçbir şeyle mukayese edilemez. İnsan, dünyalar kadar sevdim, der de dünyalar kadar ayrı kaldım, diyemez. Hududu yoktur ayrılığın, alıp götürsen, mahşere sığmaz. Halil Cibran misali “Hiçbir aşk, ayrılık vakti gelip çatana kadar kendi derinliğini bilmez.” Nabızkâr bir duygudur ayrılık, anlamsızlaştırana kadar her şeyi yutar. Hele de ölüm sebepse buna, Azrail can alıcı işlevini kaybedip kavuşturan olur maşuka.
Şükrü Erbaş’ın rahmetli eşine yazdığı mısralar…Ayrılığın en çaresiz, en açmazdaki hâlini sunuyor insana. Emeğin aşktan üstün ama aşka tabii olduğunu da kanıtlıyor. İnsanın duygularını nüfuzlandıran eser, adeta ölüm tatbikatı yaptırıyor okura. Kalp eşyadan çabuk soğur ama ölüm hep tazedir geride kalan için. Bir şair:
“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar,
Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık!” diyordu. Az söylemiş; ölüm koşar adım, ayrılıksa topalmış. Doğar doğmaz ölümün rahmine yelken açtığımız Dünya’da bu eseri okumadan ölmemeniz dileğiyle.