İlkel, belki de insanda ve hayvanda ortak olan derinde ki bazı içgüdüler, nedeniyle, ölüm karşısında büyük korku duvar. Onu bir son olarak kabul etmek istemez, kesin bir bitişi, yok olmayı düşünmeye dayanamaz. Ruh ve ruhsal varolma düşüncesi. Tylor’un yaptığı ve anlattığı deneylerle belgelenince akla yakın geliyor. İnsan bu düşünceyi benimserse, ruhun sürekliliğine ve ölümden sonraki yaşama ilişkin avutucu inanca varır. Ama bu inanç, ölümün karşısın da her zaman başlayan, karmaşık, iki yanlı korku ve umut oyununda rahat kalmaz. Umudun avutucu sesinin, şiddetli ölümsüzlük isteğinin, kendisi için yokoluşu göz önüne getirmenin zorluğunun ve neredeyse imkansızlığının karşısında, güçlü ve korkutucu sezgiler durur. Bedenin görünüşü, dehşet verici bozuluşu, kişiliğin gözle görülür biçimde yitmesi -içgüdüsel olduğu belli korku ve dehşet telkinlerinin bütün kültür düzeylerinde insanı yok olma düşüncesiyle, gizli korkular ve sezgilerle tehdit ettiği görülüyor. Ve burada, bu duygulanımsal güçler oyununda, yaşamın ve kesin ölümün bu
en büyük zıtlığında din işe karışıyor, pozitif dünya görüsünü, avutucu ihtimali, kültürel açıdan büyük değer taşıyan, ölümsüzlük, bedenden bağımsız ruh ve ölümden sonra yaşamın sürdüğü inancını seçiyor. Çeşitli cenaze törenleriyle, öleni anmakla ve onunla birleşmekle, ataların ruhlarını yüceltmekle din, kurtarıcı inanca biçim ve kişilik veriyor.