Fiziksel olarak var olması imkânsız nesneler (hangi taraftan baktığınıza göre üç ya da dört dişli görünen çatal), dümdüz olduğu halde eğik ya da kırık görünen çizgiler, iki boyutlu hareketsiz bir resimde oluşan derinlik ya da hareket algısı, hatta gözlerinizi üzerlerinde nasıl gezdirdiğinize bağlı olarak bir görünüp bir kaybolan benekler ya da görüntüler. Her birinin mekanizması için az çok farklı bir açıklama olsa da bu açıklamalar genellikle enformasyon eksik (ya da yanıltıcı) olduğunda, beynimizin gerçek olmadığı halde eksiksiz bir resim yaratmak için "boşlukları doldurduğu" görüşünü esas alır.
Bu kitap, modernleşme sürecinin dindar kesimlerde kadın algısında yarattığı dönüşümleri ele alarak, geleneksel dini yaklaşımlar ile modern değerler arasındaki etkileşimi analiz ediyor. Yazar, kadınlara yönelik dini metinlerin tarihsel bağlamdaki yorumlarını incelemekle kalmayıp, bu yorumların modern dünyada nasıl yeniden üretildiğini ve toplumsal pratiklerde nasıl bir karşılık bulduğunu da detaylı bir şekilde tartışıyor.
Kadının sosyal statüsü, eğitimi, çalışma hayatındaki yeri ve aile içindeki rolleri gibi kritik konular üzerinden ilerleyen kitap, hem toplumsal cinsiyet rollerini hem de dini söylemlerin bu rollere etkisini eleştirel bir perspektifle sorguluyor. Ayrıca, modern dindar bireylerin kadınlık algısında yaşanan çelişkileri ve bu algıların toplumsal yansımalarını da gözler önüne seriyor.
Din ve modernite arasındaki bu çatışmalı ve uyum arayışını anlamak isteyen okurlar için hem akademik bir derinlik hem de toplumsal bir farkındalık sunan kitap, kadın ve din ilişkisini yeniden düşünmek adına önemli bir katkı sağlıyor.
Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman kitabı, felsefi yolculuğumda dönüm noktalarından biri oldu. Fakat bu yolculuğa başlamadan önce ciddi tereddütlerim vardı. Heidegger’in Nazi Almanyası ile olan bağlantısı beni hem etik hem de kişisel olarak rahatsız etti. “Bu geçmişi göz ardı edebilir miyim? Böyle bir yazarın eseri bana ne katabilir?” sorularıyla
Aslı Arslan’ın Beyaz Leke kitabı, sadece zamanınızı boşa harcamakla kalmıyor, aynı zamanda mantığa meydan okuyan bir karmaşa sunuyor. 2027 yılında geçtiği iddia edilen bu hikaye, okuyucuyu bilimkurgu ya da distopya atmosferine çekmek bir yana, sürekli "Bu nasıl olabilir?" sorusuyla baş başa bırakıyor.
Örneğin, ana karakter Eftalya’nın