Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Sevecen ve derviş-meşrep tavrıyla Nureddin Eren'i pek sevdim. Bir baba sıcaklığıyla dükkânında yaptığı sohbetlerin keyif ve mânevî hazzını hâlâ unutamıyorum Dükkânına astığı "Men Küntü Mevlâhu fe Aliyyü'n-Mevlâhu" yazılı levhanın altında pek ruhlu konuşurdu. Dükkânı, bir alışveriş yeri mi yoksa minik bir tasavvuf meclisi miydi, bunu pek anlayamazdım. Şu dörtlüğü ondan işittim: "Melâmet sırrına iren geçmez mi gavgâdan Temaşâ-yı cemâl lâzım, ne hâsıl kuru daʼvâdan Hüve'l-Evvelü ve'l-Ahıru ve'z-Zahiru ve'l-Bâtın Hemân bir zât-ı mutlaktır görünen bu merâyâdan" Nureddin Efendi, Hırka-yı Şerif'e yakın otururdu. Bizim dededen kalma fakirhâne de o civardaydı. Benim yetişme çağında kaybettiğim dedemi tanıması, aramızda rûhî bir köprü olmuştu. Bana, dedemin mensûbu bulunduğu tasavvuf silkini, hele Bâyezit Kütüphânesi müdürü allâme, insan-ı kâmil İsmail Saib [Sencer] Efendi'ye olan rûhî yakınlığını anlatır ve "Onlar pîrdaştı" derdi. Anlattıklarını şaşkınlıkla dinlerdim. Artık, Çarşı'da ailemi bilen birinin beni sahiplenmesinin sıcaklığını yaşıyordum.
Ey derviş! Kesin olarak bil ki, insanların çoğunda insanlık sureti olmakla beraber, insanlık mânasi yoktur ve aslında eşek, öküz, kurt, kaplan, yılan ve akreptirler. Bunun böyle olduğundan hiçbir kuşkun olmamalıdır. Her şehirde maddeten ve mânen insan olan birkaç kişi vardır. Kalanin tümünde dış görünüş vardır oysa mâna yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur; " Biz cehennem için insan ve cinden (öyle kimseler) yarattık ki kalpleri vardır bu kalplerle idrak etmezler gözleri vardır onlarla görmezler kulakları vardır onlarla duymazlar bunlar dört ayaklı hayvan gibidirler belki daha sersemdirler gafil olanlar bunlardır" (Araf 7/178)
Sayfa 18 - Dergâh
Reklam
Şâzelilik
Şâzeliyye tarikatına bağlanmak isteyen kişi önce geçmiş gü- nahlarına tövbe eder. Sonra imanını yeniler. Müridle şeyh dizle- ri birbirine değecek biçimde karşılıklı oturur ve iki elleriyle bir- birlerinin ellerini tutarlar. Şeyh, Fetih sûresinin 10. âyetini okur: "Sana biat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar. Allah'ın eli
Sayfa 177Kitabı okudu
Bana kendine "kamil" diyen bir şeyh yahut derviş gösterin, ben de hemen size kemâl satan bir riyakar göstereyim.
Erzurum Halkevi'nin himmetiyle küçük bir koleksiyonu artık göz önünde bulunan bu ustaların bir kısmının adını biliyoruz. Osmanlı devrinden adı bize kadar gelen en eski hattat Derviş Ali (1080)'dir. Yusuf Fehmi, Tahtacızade ve damadı Asım Efendi, Topçuoğlu Ahmed Efendi, Namık Efendizade, Asım Bey daha yakın zamanlarda yetişmişlerdir. Bunların yanı başında Kadızade Mehmed Şerif ve şakirdi Kâmil Efendi gibi müzehhip ve mücellitler de vardı.
Sayfa 51
Elbette ki bir altın ,kuyumcuya itiraz edemez.Velev ki etti ve kuyumcu da altını olduğu hâl üzere bıraktı;o altın değerden düşer,kıymeti ve ayarı olmaz.İşte senin bana söylediğin,"Teslim oldum efendim."kelamın,altın olmaya attığın ilk adım,derviş olma yolunda gösterdiğin kastın idi.Kâmil mürşide teslim olan müridin hâli,altının hâli gibidir.Kuyumcu o altını sultanlara layık hale getirir.O altın da Sultan'ın en değerlisi olur. Altın o zaman anlar ki bir kuyumcu eline düşüp değersiz maddelerinden,kirinden, pasından,tozundan toprağından arınmadıkça,örs üzerinde kıvranıp,çekiç altında yoğrulmadıkça ,nice dert ve musibete ,minnet ve belaya uğramadıkça halis ayara ulaşamaz.Mürit de içindeki masivaya ait her şeyi atıp,mürşidin elinde yoğrulmadıkça ilahi aşkın tınılarındaki nağmeleri duyamaz.
Sayfa 48 - Hayat yayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Zikrin lügat manası, "anmaktır. Tasavvuf lisanında ise, "Allah'ı hiç unutmamaktır. Tarikatlerde takip edilen bütün usuller, hep bu "huzur hâlini devam ettirmek içindir. Zira Mevlâ'sının her an, her yerde hâzır ve nâzır olduğunu, hatırında tutan bir kimsenin, bütün ömrü zikirle geçiyor demektir ki; bu, kalbi nurlu, ruhu sürurlu, vicdanı ise İlâhî tecellilerin verdiği tatminlerle huzurlu demektir. Tarikatler de, insanları işte bu olgunluğa eriştirmek için kurulmuş, tekamül mektepleridir. Bu yola giren kimsenin kalbindeki, "Allah'ı anmak"la başlayıp, "O'nu hiç unutmamak" şâhikasına yükselme hâline de "seyr ü sülük" adı verilmiştir ki, bu da "edeb ve irfan yolunda yürümeye devam" manasınadır. Her şeyden evvel şunu bilmek gerekir: Tasavvufdan gaye, Resul-i Ekrem Efendimiz'in hem ilmine, hem ahlâkına vâris olmak cehdidir. Binaenaleyh "İmam Rabbani kolu" olan bu yolda, mürşidin âlim olması şarttır. Câhil kimse, bütün seyir ve sülûk mertebelerini ikmal etse bile, "kâmil bir derviş" sayılır da "mürşid-i kâmil" olamaz. İrşad vazifesi uhdesine tevdi edilemez. Çünkü irşad vazifesi ile mükellef olan bir kimse, müridlerinin bütün meselelerini halledecek, fetvâlarını verecektir. Onları, sadece teselli etmekle kalmayıp, her hususda tenvir ve irşad eyleyecektir. Lakin mürşid câhil olursa, bir derdini bin eyler. Çünkü mürid ona, bütün ruhu ile teslim olmuştur. Hülasa, bilmeyen öğretemez, ermeyen erdiremez...
Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil.
Sened-i İttifak altında imzası bulunanlar:
Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, Şeyhü l islam Salihzade Ah­met Esat, Kaptan-ı Derya Abdullah Ramiz, Anadolu Valisi Ab­durrahman, Rumeli Kazaskeri Mehmet Derviş, Nakibüleşraf Dürrizade Seyyit Abdullah, Rumeli payesinde Eminzade Meh­met Emin, Anadolu Kazaskeri Hafız Kamil, İstanbul Kadısı Mehmet Tahir, Kethüdayı Sadriali Mustafa Refik, Yeniçeri Ağası Mustafa , Defterdar Mehmet Emin Behiç, Reisülküttap Mehmet Sait Galip, Sabık Rikap Kethüdası Mustafa Raşit, Umuru Bahri­ye Nazırı Seyyit Ali, Çavuşbaşı Mehmet Tahsin, Ruznamçeci ev­vel Emin, Cebbazade Süleyman, Serezli İsmail, Kara Osmanzade Hacı Ömer, Dergahı ali Sipahi Ağası Mehmet, Beylikçi Divan-ı Hümayun Mehmet İzzet, Divan-ı Hümayun Amedicisi Hüseyin Hüsnü, Çirmen livası Mutasarrıf ı Mustafa .
Akademi parkına doğru yürüdüm. Geçen gece birden nedense onca yılın kalabalığını içimde bir sıkıntı gibi duyumsadım, öyle bir anlığına, boşuna mı çabalamıştım diye, ama Saatçı Halim Abi geldi aklıma, Suat Derviş, Moskova'nın soğuk bir odasında, soğuk, mağrur, mamur ve memur bir ikinci sekreter, denizaltı gemisinde yargılanan bir şair, kimi öyle, kimi böyle medet ummaya meyyal olduğum birileri. Düşünüp düşünüp, boşluğumun dolu gibi durduğu kalabalıklardan bana tasdikname verdikleri için, boşluğun sıkıntısına razı olduğumu buldum. Oysa ben bu tenha, kurnazlıkları tescillenmiş, bağırlarına esrar işlemiş, Şeyh Galib'in sırça gönlünün taş kaldırımlarına düşüp kırıldığı umutsuz yollara değil, tozlu kirli alanlara, kırağı çalmış fabrika önlerine, pankart gölgelerine, göçenlerin kaçanların sığındıkları uzak yaban diyarlarda dayanıklı kamyon karoserlerinin öfkeli gürültüsüne, kısa bir süreliğine de olsa önünde kara tüzükler yakılan şenlikli fakülte bahçelerine eğilimliyim. Filiz'e eğilimliyim.
Sayfa 14 - YağmurKitabı okudu
Reklam
Ey derviş! Fatîr, bir şeye derler ki mayasız ola. Âlem-i mülk ve âlem-i melekûtun mayası vardır. Zirâ âlem-i ceberûttan peyda oldular ve âlem-i ceberûtun mayası yoktur. Zira ceberût mebde-i küllidir ve onun fevkinde başka bir şey yoktur. Ve âlem-i ceberütun azameti ve büyüklüğü herkesin fehmine sığamaz. Ná-mahdûd ve nå-mütenâhî bir âlem ve bi-payan ve bi-giran bir deryadır. Ålem-i mülk bu azametle âlem-i ceberûtun yanında deryânın bir katresidir.
Sayfa 164 - Gelenek Yayınları, Tasavvuf KlasikleriKitabı okudu
Ey derviş! O mahlükâtın her birinin bir işi vardır ve her biri kendi işini yapar ve diğerlerinin işini yapamaz. Kurtun mahiyeti asla koyunun mahiyeti olamaz ve koyunluk yapamaz. Ve koyunun mahiyeti asla kurtun mahiyeti olamaz ve kurtluk yapamaz. Eşya'nın cümlesi hakkında da bunu böyle bil.
Sayfa 164 - Gelenek Yayınları, Tasavvuf KlasikleriKitabı okudu
Ey derviş! Süretin hiçbir itibarı yoktur, ma'nanın i'tibân vardır. İsmin i'tibârı yoktur, sıfatın i'tibârı vardır. Nesebin i'tibarı yoktur, hünerin i'tibârı vardır.
Sayfa 151 - Gelenek Yayınları, Tasavvuf KlasikleriKitabı okudu
140 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.