Derya Yaşar

Nietzsche'ye göre kültür, “yaşamın tüm dışavurumlarındaki biçem birliği”ydi. Bilim, kültür gerektirmezdi. Büyük bir bilgi birikimi, biçem yoksunluğundan ya da tüm biçemlerin keşmekeşinden ötürü, kendiyle birlikte büyük bir barbarlığı getirebilirdi. Ona göre, Almanya, biçemden yoksun olduğundan, kendi kültüründen de yoksundu.
Sayfa 132 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Nietzsche insanlara “Sert olun,” demişti, “iyi bir savaş her davayı kutsallaştırır,” demişti.
Sayfa 131 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
İnsanoğlu kendi bencilliğine uygun düşen her şeyi mantıklı ve akla sığar kabul ederek gerçeğin üstüne çıkarmaya eğilimlidir.
Sayfa 27 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu

Reader Follow Recommendations

See All
Aslında ahbapla asalak arası bir şeydi, zengin bir aileden gelme, ana-babasıyla arası iyi olmayan o küçük beye yandaşlık eden mültefit ve becerikli arkadaştı, talihinin iniş çıkışlarında ona eşlik ediyor, bolluk günlerinin kırıntılarını topluyor, yokluk günlerinde görünüşü kurtarmak için bin türlü kurnazlık tasarlıyordu.
Sayfa 10 - *Mültefit: Güler yüz gösteren, hoş davranan. İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür.
Sayfa 158 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Emerson olacak galiba, "hâli iki musikî notası arasındaki fasıla diye tarif eder. Daha basiti hâl, geleceği geçmişi görmeye yarayan bir rasat kulesidir. İsterseniz bentlerde olduğu gibi daima dönen bir su için yapılmış bir teraziye de benzetebilirsiniz. Siz bu rasat kulesinden mahrumdunuz, o kadar.
Sayfa 155 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Sizin de bizim gibi zamanınız var. fakat ona hükmetme şekliniz ayrı. Sizin için hâl, hatırlama anınızdan ibaret.
Sayfa 154 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Herkes gibi maddesiyle gezinen bir insan olduğunuz halde bir rüyaya benziyorsunuz. Belki de hayatınızı doğru dürüst yaşamadığınız için bu tesiri yapıyorsunuz. O kadar ki, yaklaştığınız insanlara kendinize mahsus bir zamanı aşılıyorsunuz. Bölünmezlerin bölünmezi, çekirdek halinde bir zaman. En basit şeklinde bir düşüncenin, bir ihsasın, bir hâtıranın zamanı. Belki de beraberinizde taşıdığınız bu zaman yüzünden maddî hüvyetinize rağmen etrafınıza bir düşünce, bir ihsas, bir hatıra tesiri yapıyorsunuz. O gün beni gerçekten büyülediniz. Sizi dinlerken yıllarca kapısı açılmamış bir eve girdiğimi sanıyordum. Birdenbire bu kapının gündelik hayata nasıl, hangi sebeplerle kapandığını merak ettim.
Sayfa 152 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Kendi kendinizi tanımağa başladıktan sonra beğenmemeniz kadar tabiî ne olabilir? "Hazır portrem yapılırken bazı çizgiler değişse ne olur sanki" diyorsunuz. Haklısınız, hangi sipariş sahibi resminden memnundur? "Olduğumuz gibi" ile "olmak istediğimiz gibi" terazinin iki kefesidir.
Sayfa 151 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Kendinizi tanımağa başladınız. Kendinizle meşgul oluyorsunuz. Felsefenin değilse bile, hikmetin eşiğinde olduğunuz muhakkak. Buna sebep de kendi kendinize dışardan bakmanızdır. Sokrat'ın "Nefsini bil!" nasihatini hatırlayın. Size kendinizi seyretmek için bir ayna tuttular: Bu aynanın karşısında etrafınızı, kendi içinizi, elbette başka başka şekillerde göreceksiniz. Hayatınız da şimdiye kadar tesadüf diye bakıp geçtiğiniz nice nice şeyler üzerinde durdunuz; onlarda kendi payınızı, etrafınızdakilerin payını, yaratılıştan gelme hususiyetlerin payını aradınız. Talih dediğiniz şey gözünüzde bir muayyeniyet kazandı, içinizde işleyen bir yığın mekanizma ile karşılaştınız.
Sayfa 150 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir mi­sin? dedi. İnsan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin bü­yüklüğünü?... Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin, Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; ka­zanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur. Sen cilt yapıyorsun; şiraze nedir bilirsin. Bizde insa­noğlu şirazesiz kalmış. Hayat onun için ahenksiz, birbirini tutma­yan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tara­fından idare ediliyor. Dünyaya baktığımız zaman ayrı görüyor, ken­di kendimize kaldığımız zaman ayrı düşünüyoruz. Yığınlarca tezat içinde yaşıyoruz, bütün şark dünyası bir ıstırap içinde. Muttasıl gömlek değiştiriyor, Hind'i, Çin'i, Efgan'ı, Arab'ı, Türk'ü hep so­yunuyoruz; soyundukça üstümüzden attığımız şeylerin alelade ek­ler olduğunu, daha derinden birtakım şeyler çıkarıp atmak lazım geldiğini görüyoruz. O zaman korkuyoruz; olduğumuz yerde imdat arar gibi sağa sola bakıyoruz. Sonra tekrar başlıyoruz, gene taba­ka tabaka soyunuyoruz, tımaklarımızla derimizi yüzer gibi bir şey­ler daha atıyoruz. Zaten biz soyunmasak bile onlar üzerimizden liyme lime dökülüyorlar. Fakat olmuyor; bize lazım olan, gömlek değiştirmek değil, içten değişmektir. Bu sadece dıştan yapılacak şey değil. Bunu olduğumuz yerden yapamayız, içten, dıştan her ufuk, bir görüş zaviyesidir. Bütün cemiyet hayatı zihniyet etrafında dö­ner, insanı yeni baştan, yeni esaslarla kurmamız lazım; yeni kıy­metlerle yaşayan bir insan. Halbuki bu imkansız...
Sayfa 91 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Daha derine inmemiz lazım. Bu karanlığa inmeden bulamazsın. Mesele bu karanlığın kendisinde. Mesele şurada: Niçin bu kadar biçereyiz, ümitsiziz? Neden her tuttuğumuz dal elimizde kalıyor? Bu memlekette sadece fena şey mi yapılır? Bütün hesaplarımız bozuk mu? Hiçbir faziletimiz kalmadı mı? Ne Aziz devri; ne Hamid devri dünyada bir milletin tahammül ettiği fenalıkların en büyüğü değildir. Mesele yıkılış halinde olmamızda, içinde yaşadığımız şartlar aleyhimize dönmüş...
Sayfa 90 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
-Asıl hedefi göremiyorlar. Sadece Abdülhamit ile meşgul oluyorlar. Onu yıkmak, onu devirmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Abdülhamit tek adam… Beride otuz milyon adam var. -İyi ama, bu tek adam, bu otuz milyona göz açtırmıyor. Bütün hayat hakkını gaspetmiş... -Orası doğru. Kimse itiraz edemez. Hepimiz onun nasil bu memleketi yıktığını biliyoruz. Fakat mesele o değil. Mesele bu hürriyet aşkının, bu istibdat düşmanlığının asıl düşünülmesi lazim geleni unutturmuş görünmesinde. Hepimiz Abdülhamit ile mesgulüz. Sarayın etrafindaki beş on kişi hariç, ordu, memur, halk, herkes, sabah akşam onu düşünüyor. Onun fenalıklarını saya saya cezbeye geliyoruz. Bu, Kadirî zikri gibi bir şey oldu. Memlekette iki ses var: Padişahım çok yaşa! Kahrolsun Abdülhamit! İyi ama, sade bununla iş çıkmaz, farz edelim bu adam ortadan yok oldu, onu devirdik, saltanatı bırakti yahut öldü, o zaman ne yapacaklar? Abdülhamit gitti, biz işimizi gördük, artık bize ihtiyaç kalmadı, Allahaismarladık, demeyecekler ya... Her şey gösteriyor ki, Abdül hamit'in hakiki halefi tav'an veya kerhen bu cemiyet olacaktır. Onlar iş başına geçecekler, o zaman ne olacak? - Hele bir kere o gitsin de... -İşte tam onların ağzıyla konuştun. Hele bir o gitsin... Hele bir sabah olsun... Biz saniıyoruz ki bütün fenalıklar sadece ondandır. Hâlbuki değil; fenalık daha derin, daha köklü. Abdülhamit gibi bir ifriti doğuracak kadar büyük. İyice yerleşmiş. Abdülhamit nedir? Senin, benim gibi bir insan. Yalnız bizden biraz başka türlü.
Sayfa 88 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Cemiyetin kaderini yapan her türlü geçici şartlar aşılsa bile, çok derinde, aşılması imkânsız olan bir duvar vardı. Bu her medeniyetin fertlere bir miras gibi aşıladığı, içtimaî bir insiyak hâlinde babadan oğula süregelen zihniyetti. Onu değiştirmek çok güçtü. Halbuki o olduğu gibi kaldıkça her adımda bin bir şekle bürünerek gene karşımıza çıkacaktı.
Sayfa 86 - *içtimai: Toplumsal, *insiyak: İçgüdü. Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Kafasında birdenbire kopan ihtilalin istediği kadar hür değildi. Engine, geniş ve kurtarıcı düşünceye, onun aydınlığındaki savaşa açılacağı yerde, biribirine çok yakın birtakım iskelelere benzeyen birkaç kelimenin üzerinde takılıp kaldı. Onları avucunun içinde şakırdattıkça bütün anahtarlar kendindedir sanıyordu. Hakikatte bir türlü atlayamadığı bir eşiğin üstünde kararsız ve biçare, ne geriye, ne ileriye kımıldamadan kalmıştı. Bunu anladığı zaman bu kelimeleri de bıraktı. Daha ziyade nefsi kar- şısında sarih olamayanları bekleyen koyu bir bedbinliğe düştü.
Sayfa 85 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
384 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.