Tarih, bir devletin ne kadar büyük gücü olursa olsun, düşmanı küçük görmesinin ve ona aldrmamasının doğru olmadığını göstermiştir...
96 syf.
·
Not rated
-Savaşın sebepleri, bireyler arasındaki rekabet ya da çatışma sebepleriyle aynıdır: açgözlülük, kavgacılık, gurur, yiyecek, toprak, madde, yakıt, egemenlik arzusu... -Disiplin askerin sadece dış görünüşünde değil, ruh ve inançlarında da var olmalıdır... -Her muharebe alanında, her koşul altında, her şekilde, galip gelmenin şartı: Sağlam, iyi donanımlı, iyi eğitimli, iyi liderli bir kara gücüne sahip olmaktır... -Tarih, bir devletin ne kadar büyük gücü olursa olsun, düşmanı küçük görmesinin ve ona aldrmamasının doğru olmadığını göstermiştir... -Silahlanma yarışı gizli düşmanlıktır, sürdüğü sürece de taraflar harekât için uygun zamanı bekleyeceklerdir... -Arkasında düşmanı hisseden ordu önündekilerle savaşamaz... -Aklına esen barıştan söz eder ama bütün dünya savaşı sürdürür... -Stratejide yapılan hatalar, taktik başarılarla düzeltilemez... -Barış, hiçbir devletin bütçe ayırmadığı, bunu aklından bile geçirmediği bir yatırım alanıdır! Barış, üzerinde konuşulan bir "şey"dir yalnızca... . . . #3dünyasavaşı #osmanpamukoğlu
III. Dünya Savaşı
III. Dünya SavaşıOsman Pamukoğlu · İnkılap Kitabevi · 2019356 okunma
Reklam
“İnanıp bağlanmakla, mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve biliyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inançlarımızı ve vicdan işlerimizi karışık ve değişik olup her türlü çıkarlarla hırsların kıpırdanışlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak ulusun bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da mutluluğunun gerektirdiği bir sorumluluktur. Ancak böylelikle İslam dininin yüceliği belirmiş olur.” “Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü milli iradenin, insanlığa mâl olmuş değerlerin belki de en mukaddesi olan da özgürlüğü ancak laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir.” Atatürk, laik devletin pozisyonuna ve laik tutum ve anlayışa bir diğer açıklamada daha bulunur. “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini tekeffül etmek demektir. Ona göre düzeltiniz.”
Müthiş olay :D
Mustafa Kemal, kurulacak devletin şekliyle ilgili toplumun her kesiminden insanlarla görüşmeler yaparken, sıra mollalar, şeyhler ve din büyüğü geçinen kişilere gelir. Mustafa Kemal, bunlara haber gönderir ve kendileriyle bu konuyu görüşeceğini ancak konuşmalarının bir temeli olarak katılacak olan herkesin Bakara Suresi’nin 288. ayetine kadar okumalarını rica eder. Toplantı günü gelip çattığında, Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar: “Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hepinizden Bakara Suresi’ni 288’e kadar okumanızı rica etmiştim. Kimler okudu Bakara’yı 288’e kadar?” Salondaki bütün eller istisnasız olarak bu ricayı yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar. Bunun üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder: “Beyler işte, kuracağımız devletin neden din temeline dayanamayacağının açıklaması ortadadır, Bakara Suresi yalnızca 286 ayettir.”
Atatürk çıkarcıların, cahillerin ve yobazların elinde bir kazanç aracı, bir hurafeler, batıl inanışlar dolabı haline gelmiş, yüzyıllardır her türlü ileri atılıma, ileri düşünceye engel olan dinin çürümüş, bozulmuş zevahiri ile savaştı. Atatürk dinle değil, din adına oynanan trajedi ile din adına ulusu medeniyet dünyasından ayıran, ulusu cahil bırakan, geri bırakan, yoksul bırakan kafa ile düşünce ile inanışla savaştı. Tanzimat ve ıslahat hareketleri niye başarılı olamadı! Çünkü teokratik temel ve düzen üzerine Batı medeniyeti kurulmak istendi. Bu iki karşıt kutup birbiriyle birleşemezdi, kaynaşamazdı. Tanzimat kurumlarında her alandaki ikilik buradan geliyordu. İşe temeli temizlemekle başlamalı idi. Atatürk’ün dediği gibi: “Fikirler manasız, mantıksız safsatalarla dolu olursa, o fikirler hastadır. Keza içtimai hayat, akıl ve mantıkla ilgisi olmayan faydasız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felce uğrar. Evvela fikir ve içtimaiyat kuvvetlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak lazımdır.” Başarılması gereken dava bu idi. Bu sebeple din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, dinin asla devlet ve dünya işlerine karıştırılmaması ve herkesin inanışında serbest olması lazımdı. İşte laiklik bu idi ve hiç vakit kaybetmeden devletin laik olması gerekti. Bu bakımdan cumhuriyetin en büyük eseri laiklik devrimidir. Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, devrimcilik ancak laik bir düşüncenin temelleri üzerinde yükselebilir.
Laiklik, bu bakımdan Türkiye’de yalnız din ile devletin ayrılması demek değildir, özgür düşünceyle de düşünmek demektir.
Reklam
807 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.