Geleceğe ilişkin beklentilerimizin altında, tehlikeli olabilecek bir saflık yatıyor; çünkü bu beklentilerin gerçekleşmesi ihtimallere bağlı. Bize ne kadar nadir rastlanan, ne kadar uzak bir olay gibi görünürse görünsün, bir gün başımıza bir kaza gelebileceğini düşünmeli, bu ihtimale karşı her zaman hazırlıklı olmalıyız.
Yaşamın kusurlu yanlarına karşı hazırlıklı olmalıyız:
Kötü insanların kötü şeyler yapmaları, düşmanınızın size zarar vermesi, arkadaşınızın sizi sinirlendirmesi, oğlunuzun hata yapması ya da hizmetçinizin yanlış davranması çok mu şaşırtıcı?
Bu denli iyimser olmaktan vazgeçersek, o kadar fazla öfkelenmeyiz.
Toplum tarafından kabul görmeyişimizi haklı olduğumuzun kesin bir göstergesi olarak kabul etmek, toplum tarafından kabul görmeyişimizi ille de haksız olduğumuzu gösteren bir kanıt olarak kabul etmek kadar safça olacaktır.
Yani sevgili dostum, herkesin bizim hakkımızda neler söylediğini o kadar da umursamamalı, öte yandan adalet konusunda uzmanlaşmış kişilerin söylediklerini dikkate almalıyız.
Bize muhalefet edenlerin düşünme yöntemlerinin sağlamlığı, onların muhalefetine vereceğimiz değeri belirler. Fakat genellikle tam tersi bir eğilimle hareket ederiz: Herkesi dinleme, her kaba söz, her alaycı davranış karşısında üzülme eğilimiyle. O zaman kendimize en önemli ve en teselli edici soruyu sormayız: Bu kötü eleştiri hangi temele dayanmaktadır? Çünkü biz genellikle ölçüp tartarak, dürüstçe düşünen bir eleştirmenin itirazlarıyla nefret ve kıskançlıkla hareket eden eleştirmenin itirazlarını bir tutarız.
Şüphe duyma yeteneğimiz içimize yerleşmiş bir inanç tarafından da baltalanabilir; toplum tarafından kabul gören davranış biçimlerinin sağlam bir temele dayandığına inanırız. Bu sağlam temeli kendimiz göremesek de böyle bir temel mutlaka vardır çünkü çok uzun zamandır çok sayıda insan bu temel üzerine kurulmuş olan düzene uygun davranmaktadır. Toplumun baştan beri korkunç bir hata yapıyor olması, üstelik bu hatayı bir tek bizim fark etmiş olmamız imkansız gibi gelir bize. Şüphelerimizi bastırıp sürüyü takip ederiz çünkü kendimizi, o zamana kadar su yüzü- ne çıkmamış, kabul edilmesi zor hakikatleri bulup çıkaran bir önder olarak göremeyiz.
İNSAN, varolduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.