Sistemin nerede tıkandığını belirleyebilmek için öncelikle sistemin istinat ettiği ilkeyi ve bu ilkeye hayatiyet veren zihniyetin ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Sistemin ilkesi malûm, altı okla ifade edilen cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devletçilik, devrimcilik, halkçılık ve laiklik unsurlarında tezahür ediyor. Bu ilke din düşmanlığı, komünizm düşmanlığı ve ırkçılık zihniyeti üzerine inşa edilmiştir. Şimdi bu ilkeye baktığımızda, devletçilik ve milliyetçilik unsurlarının iflas halinde olduğunu görebiliriz. Halkçılık ve devrimcilik unsurlarınınsa orijinal retoriğe göre, bugünkü Türkiye'de reel bir karşılığının olmadığını söylemek imkân dâhilindedir. Bazılarına göre Cumhuriyetçilik, Türkiye'nin şart-ları içinde güya, demokrasi anlamına geliyormuş, ilgisi yok. Kaldı ki, Türkiye'nin kültürel yapısı içinde demokrasiyi besleyecek köklerin mevcut olup olmadığı ayrıca sorgulamaya değer. Keza, laiklik ideolojik bir anlam yüklenmiş ve uygulamada şarlatanlığa dönüşmüştür.
Bütün bunlar, sistemin tıkandığı yerleri işaret etmelidir. Bu kavramlar, birer ideolojik tabu haline getirildiğinden üzerinde tartışılması bile imkân dışı bırakılmıştır.
Bu ülkede Cumhuriyet öncesinde Sosyalist düşünce, genel çağdaşlaşma akımının bir parçası olarak, gayrimūslim azınlıklar üstünden Batıya õykünme yoluyla başlamıştır. Birinci Meşrutiyetin ilanını izleyen yarım yûzyıl içinde, Osmanlı Devletinin gôrece daha gelişkin Balkan topraklarını kaybetmesi, geri kalan yerlerde de, Sosyalizmin gerçekleşmesi için
Devrimcilik, bana öyle geliyor ki, insanların “devrim haline kapılmalarından”, “devrimci-oluşlara” bağlanmalarından başka bir şey değil. Tarih’in öznesi ile “devrimci oluşlar”ın öznesi birbirinden tümüyle farklıdır. [...] devrimci olmak ne bir “şecere”, ne bir “kuşak”, ne bir “fikriyat” ne “Tarihsel özne”, ne de bir “kimlik” işidir. Anadan doğma, a priori devrimcilik de ne ola ki? İnsanlar “devrimci oluşlara” yakalanmadan, yani “mücadeleye başlamadan” önce devrimci falan değildirler.
Ulus Baker (Dolaylı Eylem)
Kitap aslında '60'lar ve '70'ler Türkiye'sinin sorunlarını -ki özellikle de altyapı sorunları- çözmeyi amaçlıyor. Bunu yaparken de Atatürk'ün Devrimlerini kitabın başında önce bir güzel özetliyor sonrasında ise bu devrimlerden hareketle o döneme uygun devrimler öngörüyor. Yazarı olan Bülent Ecevit'ik halkçı yapısından dolayı da çoğunlukla Köy,Tarım,Özgürlük gibi konulara değiniyor. O dönemde Che Guevara'ya özenip silahlı devrimden yana olanları da eleştirerek Türkiye'de daha demokratik yolların var olduğunu söylüyor. Kitabın en sonunda ise doktrinin ismini koyuyor: Barışçı ve halkçı demokratik devrimcilik. Bu doktrin Ecevit'in CHP genel başkanı olduktan sonra ilan ettiği "Ak Günlere" programının temelini oluşturuyor.