Hani bazı sessiz insanlar vardır. Toplum içinde pek dikkat çekmezler, sessizce kimseyi rahatsız etmemek için yaşar gibidirler. Adım atacak cesaretleri olmasına rağmen, adım atmanın tüm ağırlığını üstlerinde taşırlar ve oldukları yerde kalakalırlar. Ana kahramanımız Asahi tam olarak böyle biri bence. Kimliği bile etraf tarafından tanımlanır: Gelin hanım, Yarı zamanlı çalışan, Mune'nin eşi v.s İçinden hafif bir sorgulasa bile gene de ses etmez. Ama ters giden bir şeyler vardır. Asahi'nin bu susuşları aslında onun içinde yavaş yavaş büyür ve depreme sebep olur ve çukurlar yaratır etrafında. Sessizliğinin içinde kendini bu çukurlarda bulur.
Değişik bir romandı. Bir çırpıda bitenlerden. Ama bitirdim diyemedim, uzun uzun düşündüm. Meteforların olduğu, The New York Times tarafından 'sürreel' olarak tanımlanan bu kitabın anlatmaya çalıştığı bir derdi olduğu kesin. Ama sonunda kapağı kapatırken kendimi uzun süre etrafımızdaki çukurları sorgularken buldum. Asahi'nin çukurları ailesiydi, iş hayatıydı, kimliğiydi, çocuk sahibi olup olmamaya net karar veremeyişiydi, aile tanımıydı, paraydı ve ölümdü. Ama sanırım en büyük çukuru bir şeylerin ters gitmesini fark etmesine rağmen sessizce ve uysalca kabullenişiydi.
Sahi bizim çukurlarımız neler? Biz hangi oyukları açıyoruz farkına varmadan yüreğimizde?
Okuyacaklara keyifli ve derinlikli okumalar dilerim.