Bizde muhalefet, Garp istikametinden gelen bir "emr ü kumanda" ile başlamış; ve yapma çiçekler gibi, sahtesine bile müsamaha edilecek siyasî bir zor altında ve tam bir göstermelik mahiyetinde kurulmuştur. Zaten bu lüzumu bize dikte eden demokrasya dünyasının, Türkiye'yi, bütün şanlı tarihi boyunca gerçek bir nefs muhasebesine tâbi tutacak ciddî ve hakikî bir muhalefete ne nispette itibar göstereceği de ayrı bir meseledir. Batının gayesi, sadece kışırdan taklit ettirmek, hakikatlerin içini kendisi yiyip mukallitlere kabuğunu vermektir. Bu gayelerine de Türkiye mevzuunda muvaffak olmuşlardır.
Özetle, milliyetçilik kendi milletimin eşsiz olduğuna ve milletime karşı belli yükümlülüklerim olduğuna işaret ederken, faşizm milletimin üstün olduğunu ve milletime karşı özel yükümlülükler borçlu olduğumu dikte eder. Koşullar ne olursa olsun, başka bir grup ya da bireyin çıkarlarını kendi milletimin çıkarlarından üstün tutmamalıyım.
Sayfa 266 - Kolektif Kitap YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Çok korkutucu düşünceler....
Bu durumda adliyedeki katibe kız, herkesten daha mı iyi yazıyor? Hayır olamaz, o metinleri kimse tat alarak okumaz. Ama savcılıktaki yazmanlar kendi düşüncelerini, kendi sözlerini yazmıyorlar ki. Sanığın veya tanığın sözlerini de yazmıyorlar. Savcının dikte ettiği sözleri yazıyor­lar. O metinlerindeki ifade sorunları, Stendhal'i haksız çıkarmaz. Yani adliyedeki o kızcağızı kendi haline bıraksalar, eminim okunacak sözler yazar. Aslında Stendhal'in söylediğini, biraz farklı biçimde Montaigne de söylemiş: "Ah, keşke Paris'in sebze çarşısında kullanılan sözcükl erle konuşabilsem!" Ama bu konu değildi, defterimi elime almamın sebebi. Ali'nin anlattıklarını, o aşk anlayışım, Arzu'nun seviştiği erkekleri aramayı istemesini düşünecektim. Yazarken düşünecektim bu konuyu, ama daha yazmadan anlamsız geldi. İnsanlar neden durmadan bu konuyu düşünür ki? Duygulan olanlar için korkutucu, çok korkutucu olması gerekmez mi? İyi ki benim böyle dertlerim yok.
Yekta Kopan/söyleşi bölümü
Bütün bir odayı kağıtlarla kaplayıp yazanlardan çırılçıplak soyunup bir banyo küvetine oturarak yazanlara, günün sadece belli saatlerinde, değişmeyen bir mekanda yazabilenlerden yattığı yerden, gözleri kapalı bir şekilde dikte ettirerek yazanlara türlü yazar tipleriyle doluydu edebiyat tarihi. Kimileri körkütük sarhoş olmadan, kimileri de yoğun miktarda uyuşturucuyla kendinden geçmeden yazamıyordu. Ama benim yaşadığım gibi bir deneyime rastlamak mümkün değildi. Birçok şiirini yarı uyku halinde yazdığı bilinen, hatta bu yönüyle kimi eleştirmenler tarafından düş görücü olarak anılan William Blake'te bile tümüyle bilinçdışı bir yazma süreci yoktu. Açıkçası kitap okumaktan korkar olmuştum. Okuduklarımın bir şekilde beynimden taşıp kağıtlara döküldüğünü düşünüyordum. Delirmenin eşiğindeydim.
"Beyin yıkamak nasıl ger­çekleştirilir biliyor musun? Aynı şeyi bir insana defalarca tekrarlarsın ve biz de bu ülkede bunu yapıyoruz. Nesnelere sahip olmak iyidir. Daha fazla para iyidir. Daha fazla gay­rimenkul iyidir. Daha fazla ticaretçi yaklaşım iyidir. Daha fazla iyidir. Daha fazla iyidir. Bunu tekrarlar dururuz ve bu defalarca bize tekrar edilir ta ki insanlar farklı düşün­meyi aklından bile geçiremez hale gelinceye kadar. Ortala­ma sıradan insan sürekli dikte edilen tüm bu yalanlarla öy­lesine dolmuştur ki, gerçekte neyin önemli olduğuna ilişkin kendi bakış açısı diye bir şey kesinlikle kalmamıştır."
Görüldüğü gibi, ahlak kindar bir tanrının bize dikte ettiği, bir kitapta yazılı bir dizi keyfi kural olarak nitelendirilemez; ahlak belli bir kültüre ya da kabileye ait bir gelenek de sayılamaz. Ahlak, kendini birbirinin yerine koyabilmenin bir sonucu ve bu dünyanın bize sunduğu pozitif toplamlı oyun oynama fırsatı. Ahlakın bu temellerini dünyadaki başlıca dinler tarafından farklı biçimlerde keşfedilen Altın Kuralda da görebiliyoruz, onunla Spinoza'nın Sonsuzluğun Bakış Açısı, Kant'ın Koşulsuz Buyruk,' Hobbes ve Rousseau'nun Toplum Sözleşmes Locke ve Jefferson'ın da "apaçık doğru" kavramlarında karşımıza çıkan bütün insanların eşit yaratıldığı düşüncesinde de karşılaşıyoruz.
Reklam
Sevr Antlaşması'nın 433 maddesi, Türkleri sadece Avrupa, Ku­zey Afrika ve Ortadoğu'dan atmayı değil, Anadolu'dan da atmayı amaçlamaktaydı. Osmanlı hükümeti antlaşmayı imzalamaya ka­rar verdiği sırada, Lloyd George parlamentoda "Turkey is no more" yani "Türkiye artık yoktur" (age. 5.341) diyerek kasılıyordu. Kasılıyor­du ama kısa bir süre sonra, elinin altında antlaşma maddeleri­ni uygulayacak 27. Tümen bulunmadığını görerek lafının üzerine oturacaktı ve Lausanne'da "Bir zamanlar anlaşma maddelerini bunlara biz dikte ettiriyorduk, şimdiyse bunlar" diye dövünecekti.
Sayfa 100Kitabı okudu
Bu arada, 1920 mayısında, milliyetçiler Hilafet Ordusu' yla boğuşurlarken, İtilaf Devletleri, Osmanlı Imparatorluğu'na dikte etmeyi tasarladıklanı bir barış projesi üzerinde anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmayı Sevr AntlaşmaSI diye adlandırılacak olan bir belge haline sokacaklardı. Churchill'in dediği gibi, "Batı dünyasının Türkiye'deki tutumu sonucunda yaratmış olduğu kin ve nefret ateşi üzerine dökülen bu taze akaryakıt" milliyetçilerin davalarında ne kadar haklı olduklarını ispata yaradı. Artık Mustafa Kemal, yalnız bir avuç yurtseverin değil, bütün Türk milletinin desteğini elde edecekti...
Sayfa 277 - Altın KitaplarKitabı okuyor
Suriye'de kürtler organize oluyorlar
Halkların kendi kaderini tayin hakkını da (self determinasyon) yer verilen anayasada, Suriye'nin toprak bütünlüğünün tanındığı ifade edilmekle birlikte, pyd kontrolü altındaki bölgelerin (Afrin, El Cezire ve kobani) otonomiye sahip olduğu belirtilmekteydi. Bu bölgelerin geleceğin ademimerkeziyetçi Suriye'sinde de otonom yapıyla yer alacağı bildirilmekteydi. Yani pyd, gelecekteki Suriye'nin nasıl şekilleneceğine karar vermişti ve bunu dikte etme peşindeydi.
Stef benim arkadaşım olmalısın
Bu dünyada nasıl görüneceğine karar verecek olan tek kişi sensin. Başka hiç kimse sana kim olduğunu dikte edemez
Sayfa 195Kitabı okudu
Reklam
Birinci Dünya Savaşı’nın mağlupları içinde galiplerin dikte ettiklerini kabul etmeyen tek devlet Türkiye oldu.
Sayfa 70 - Kronik KitapKitabı okuyor
Vahdettin İstanbul'u Terk Ediyor
Kendisini suçlu da addetmiyordu. Mekke'deyken İslam alemine hitaben kaleme aldığı beyannamesinde, San Remo'da yaveri Avni Paşa'ya dikte ettirdiği anılarında ve Şerif Paşa'ya verdiği mülakatta, hep Milli Mücadele döneminde aldığı kararları savundu. Aldatılmıştı, suçlu hep başkalarıydı.
Sayfa 237 - Mundi KitapKitabı okudu
Düşüncelerinizi neden dikte etmeye çalışıyorsunuz? "Galiba anlatamadım." Hayır, doğru anlattın.
Müslümanların kusurlarını gözetleyip duranlara ...
Unutmayalım ki çok günahkâr bile olsa Allah'ı tevhid eden insanların , Allah katında basite alınmayacak bir hürmeti , bir değeri vardır .çünkü onlar , tüm zorluklarına rağmen egemen cahiliyenin dikte ettiği bir şirk hayatını reddedip , Allah'ı tevhidleriyle birleme suubetini başarmış insanlardır . Bu bile başlı başına bir Müslümanın kasıtsız ve art niyetsiz yapmış olduğu hatalarını görmezden gelmek için yeterli bir nedendir
Sayfa 166
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.