Derken dört bir yanda minarelerden müezzinlerin sesleri yükseldi:
- Haydi namaza! Haydi kurtuluşa!
Kurtuluşa mı? Hangi kurtuluşa? Neden kurtuluşa? İki bin yıldır burada duran şu kent Büyük İskender'in kahramanlıklarından Roma konsüllerinin lejyonlarına, Arap halifelerinin ordularından Bizanslıların açtıkları ve karadan gölün içlerine uzanan savaş galerilerine ve Haçlı ordularından Selçuklu süvarilerine, muzaffer Osmanlı sultanlarının cengaverliklerine kadar neler görmemişti. Bu arada adı da üç kez değişmişti: Antigoniya, Nikeya, İznik. Üç kez farklı devletlere başkentlik yapmıştı. Kenti ele geçiren her fatih, kimi Zeus, kimi İsa, kimi de Muhammed adına adalet ve kurtuluş vaat etmişti. Dünyanın dört bir yanından insanlar burada toplaşmışlar, Hıristiyan kilisesinin biri diğerinden daha bilge din adamları, kurtuluşa giden gerçek yolu sahtesinden ayırma tartışmalarında birbirlerinin sakallarını burada yolmuşlardı. Müslüman din adamları birbirlerinin ağzını burnunu yine burada dağıtmışlardı. Peki ne uğrunaydı bütün bu didişme, çatışma? Eski egemenin yerini alan yeni egemenin de, tıpkı eskisi gibi, toprağın ve suyun, bağların ve bahçelerin, otlakların ve yaylakların tek sahibi olması, tüccardan ve çömlekçiden, demirciden ve balıkçıdan, rençberden ve çobandan tıpkı eskisi gibi haraç alması için değil mi?