Ben inançlı ve dindar bir aileden geliyorum. Büyük dedem Osmanlı sultanları zamanında şeyhülislammış. Bizimki ler her ramazanda mutlaka oruç tutmuşlardır. Bu doğal bir şeydi, kendiliğinden yapılırdı, mühim bir mesele sayılmazdı. Günümüzde oruç tutmak yetmiyor, herkese oruç tuttuğunu göstermek ve tutmayanları da göz hapsine almak gerekiyor.
"Bir gün insanlar hayatlarını fazlasıyla işgal eden dinden bıkacaklar ve kötülerin yanına iyileri de katarak her şeyi inkar edecekler."
Kadın dört sebepten biri için alınır: Malı,soyu , güzelliği ve dindarlığı.Sen dindar olanı seç .Aksi hâlde sıkıntıya düşersin . (Buhari Nikah 15 Müslim Radâ 53)
"Gerçek müminler, Müslüman mahallesinde salyangoz satan Müslümanlardan nasıl kurtulacak ve İslam alemi, kendini dindar zanneden dinîdarlar oldukça nasıl rahata kavuşacak?!."
Kiliseler zaten insanı ezen yerlermiş, ruh kanatlanmazmış orada. Yedikule Camii'nin yandan çıkılan çıkrıklı merdiveni bizzat sevabın kendisi gibi güzelmiş. Hıristiyanlık teferruat, İslam sadelikmiş, ama işte sadelik de pek az kimseye göreymiş, sadeyken kendini zengin ve vasi duymak pek güçmüş, duymadan hele duyuramadan sadece İslam ile göğüs göğse yaşamak pek Müslüman harcı değilmiş. Dişçi olmak bile herkesin harcı değilken dindar olmak kaç kişinin olabilirmiş? Allah elbet "Kitap herkese inmiştir" demiş. Ne deseymiş, Nietzsche gibi "Bu kitap herkesin ve kimsenindir" mi deseymiş. Elbet bilir de söylemezmiş. Ama insan işte hem bilmez, hem anlamaya yanaşmaz, hem de kendinin sanırmış. Nasıl olsa bilineceğini bilen tanrı bunun için eğilmezmiş. Kitab'ın senin de olabilmesi bir ihtimal, sen de esasında anca bir ihtimal imişsin.
Ve korku kaybolduğu zaman geride masumiyet kalır. Ve o masumiyet summum bonum, yani dindar adamın gerçek özüdür.
O masumiyet güçtür.
O masumiyet varolan tek mucizedir.
Bu masumiyetten her şey olabilir ama bir Hıristiyan olmaz, bir Müslüman olmaz. Masumiyetten sadece sıradan bir insan olarak çıkacaksın, sıradanlığını her şeyinle kabullenen, keyifle yaşayan ve tüm varoluşa şükreden biri olacaksın; ama Tanrı'ya değil, çünkü o sana başkaları tarafından verilmiş bir fikirdir.
Bu iki hırslı ruh, birbirinin kötülüğünü istedikçe, birbirinden garezle nefret ettikçe kızlar daha da riyakarlaşarak aslında birbirlerini düşünüyormuş gibi davranıyorlardı. Helena ziyafet sofralarında, sesi titreyerek, kız kardeşinin buruşuk ihtiyarların bakımıyla hayatın zevklerini ve gençliğini anlamsızca ziyan ettiğinden yakınıyordu, ki yaşamın bu insanları artık ölüme mahkum ettiği belliydi. Sophia ise akşam duasını her gün, dindar ve yardımsever bir yola girmek gibi daha yüce amaçları, geçici ve yüzeysel zevkler uğruna kaçıracak kadar budalalık içinde olan zavallı günahkarlar için özel bir dilekle bitiriyordu. Fakat her ikisi de, ne aracılarla ne de laf taşıyıcılarla diğerini girdiği yoldan çevirmenin imkanı olmadığını fark ettiklerinde, ilgisiz görünerek rakibini yere çalacak hamleyi hazırlayan iki güreşçi gibi tekrar birbirlerine yaklaşmaya başladılar. Giderek daha sık birbirlerini ziyaret eder oldular, aslında ikisi de kardeşine zarar verebilmek için ruhunu satmaya hazırken büyük bir ikiyüzlülükle, diğeri için şefkat ve kaygı duyuyormuş gibi davranıyordu.
Bu sözde rahipler, bu sözde din adamları kadar az dindar insan olmadığı gibi, bu sözde keşişlere yani münzevilere her yerde rastgelinmektedir. Eğer bu kimselerin kendi gözlerinden bin türlü yolla durumlarının aşağılığını ve rezaletini saklamasaydım, dünya yüzünde onlardan daha sefil bir insan türü olur muydu? Her yerde korkunç hayvanlar gibi nefret edilen bu adamlara sırf rastgelmek fenaya yorulur; buna rağmen bunlar, olağanüstü kimselermiş gibi kendilerine hayrandırlar. En yüksek dindarlığın, en kaba cahillikten ibaret olduğuna inanan bu adamlar, okuma bile bilmemekle övünürler. Kiliselerinde ahmak bir tavırla anlattıkları mezmurları anırdıkları zaman, Allah'ın, meleklerin ve cennetteki bütün azizlerin onları dinlemekle büyük haz durduklarından pek emindirler. Aralarında bazıları vardır ki bunlar pislikleri ve sefaletleriyle gururlanarak, son derece büyük bir küstahlık ve yüzsüzlükle kapı kapı gezip sadaka dilenirler.
İşte bilinmeyenleriyle Haşhaşi örgütü:
Haşhaşîler denildiğinde, akla Hasan Sabbah, onun meşhur Alamut Kalesi, bir de uyuşturduğu fedaîlerini sahte cennete sokup, kadınlarla her türlü zevki yaşattıktan sonra çıkarıp, onlara o cennete tekrar kavuşmaları için görev vermesi, fedaîlerin de “gerçek zannettiği” bu “sahte cennete” tekrar kavuşabilmek için