Harika yürüyüşler ve her konuda derin sohbetler yaptık; bazen sağlığı günde on saat konuşmasına izin veriyordu! Şimdiye kadar iki kişi arasında hiç bu kadar felsefi açıklık yaşanmış mıdır, merak ediyorum. İyi ve kötünün göreceliği, kişinin ahlâklı yaşayabilmesi için kendisini toplum ahlâkından kurtarması gereği, hür düşünenlerin dini hakkında konuşurduk. Nietzsche’nin sözleri doğru görünüyordu: Bizim kardeş beyinlerimiz vardı; yarım sözcükler, yarım cümlelerle, yalnızca hareketlerle birbirimize çok şey anlatabiliyorduk. Ancak bu cennet bozuldu,
Ayrıntı Yayınları
Mesnevi Her iki cins arı da aynı yerden gıda alırlar, Fakat birisinde zehir, diğerinde bal hâsıl olur. Her iki cins ceylân da ot ve su ile beslenir, Fakat birisinden gübre, diğerinden ise saf misk hâsıl olur. Her iki cins kamış da aynı yerden sulanır Fakat biri boş olur, diğeri şeker ile dolar. Bunlar gibi yüz bin misal bulabilirsin, Fakat her iki şey 70 yıllık yol kadar birbirinden farklı ve uzaktır. Biri yer ahmak olur O'ndan uzak düşer, Diğeri ise yer, baştan ayağa Allah'ın nuru ile dolar.
Sayfa 152 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Reklam
İnsan kadere inanmakla beraber insanın alacağı tedbirlerin bittiği, takdirin başladığı yerdir, inancındaymış gibi çalışmalıdır.
Sayfa 146 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Kaza ve kader inancı pek büyük bir hikmet taşır. Meselâ bir müslüman «Ne yapalım kader böyle imiş« der! Bu söz yanlış bir söz müdür? Hâşâ pek doğru, pek haklı bir sözdür. Yalnız islâmlar değil; her millet bu inançtadır. Müslümanlar bu nakaratı tekrar ederler, fakat nerede biliyor musunuz? Bir emri vâki karşısında! Her hangi bir şey hakkında beşer tedbiri biterse, bu söz o zaman tekrar olunur. İşte gerçek bir müslümanın itikadı bu merkezdedir. Çünkü İslâmiyet'te kaderi inkâr etmek küfür (Dinden çıkmak) olduğu gibi, cebr derecesinde kadere dayanmak da küfürdür. Meselâ bir adamın bir hastası olur, hastasını göstermek için bir tabib getirir, insan gücü dahilinde olan tedbirlere baş vurulur. Hiç bir fayda elde edilemez. Hasta ölür. İşte hakiki bir müslüman o zaman zayıf kalbli kimselere mahsus olan beyhude telâşlara, anlamsız çırpınışlara lüzum görmez Insana ve inanana yakışacak bir metanet ve teslimiyetle ilâhî kazaya rıza göstererek «Ne yapalım, kader böyle imiş« der.
Sayfa 145 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Eğer bütün kâinât halkı, yüzbin yıl Allah'ın kudret sıfatı üzerinde düşünseler. Sonunda acizliklerini itiraf ederek, - Ey Tanrı, anlaşıldı ki biz seni hiç bilememişiz derlerdi.
Sayfa 120 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
İnsan ameliyle dirilir.
Sayfa 117 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Reklam
İnsan bedeniyle değil, ruhuyla insandır.
Sayfa 113 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Fikrimize yerleştirdiğimiz gaflet serumuyla ölüme karşı kendimize bağışıklık hassası verdiğimize inanıyor, gidenleri yerimize bedel göndermiş gibi teselli buluyoruz! Fakat çok yanlışımız var.
Sayfa 108 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Kabristan ne büyük ibret dershanesidir. Onun derin sessizliğindeki yüksek ifade gücü, en güzel konuşan hatiplerin belağatlarından daha tesirlidir.
Sayfa 107 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Her şeyin rengini gözümüzdeki gözlüğün rengine göre tayin etmek mecburiyetine mahkûm olmamızdan dolayı gözlüğün camı kırmızı ise, bütün âlemin kırmızı, veşil ise yeşil olduğuna hükm ediyoruz.
Sayfa 104 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Meşhur İngiliz alimi astronom Sir James Jedns Fizik ve Filozofi adlı eserinde, bunca ilmi ilerlemelere rağmen, henüz kainattaki sonsuz hakikat okyanusunun kenarında çakıl taşları ile oynayan çocuk gibi olduğumuzu söylüyor.
Sayfa 88 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Cenâb-ı Hak kendi varlığını bildirmek için bizi yaratmış. İdrak merkezi olan küçük bir kütleyi kafa tasının içine koymuş. Onu dışardaki varlığın geçirdiği safhalardan haberdar edecek duyularla donatmış. Beş duyudan mesela görme gücünü yaratmamış olsaydı, görünen âlem bizim için yok hükmünde olurdu. Mevcut yaratılışımızla varlık âleminden bize bildireceği kadarını bildirmiş. Fakat kim bilir bu alemin, bizim hislere dayanan kavrayışımız dışında ne kadar çeşitli safhaları ve değişik halleri var? Biz onların ne olduğunu bilmeyiz. Çünkü bilmeğe yeltenecek olursak, dolaşacağımız daire yine beş duyu dairesinden başka bir yer olmayacaktır. Onun haricine çıkamayız.
Sayfa 87 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Cenâb-ı Hakk'ın varlığı Güneş gibi delile hacet göstermez. Hatta insanların o noktada ittifaka varmaları, Allah'ın varlığını isbat için ileri sürülen deliller sırasına geçmiştir. Güneşi biraz daha iyi göreyim diye ışığına başını çevirenlerden görme imkânının büsbütün ortadan kalkması gibi, Allah'ın varlığı hususundaki delilleri derinleştirmek gayretine düşenlerin beyhude gayretleri de bazan isteneni daha da güçleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Sayfa 87 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Bilmediğimiz şeyleri ayağımızın altına koysaydık başımız göğe ererdi, diyen pek doğru söylemiş. Bildiğimiz katre bilmediğimiz okyanustur.
Sayfa 86 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
Newton demiş ki: Biz sahilde oynayan çocuklara benzeriz, ara sıra deniz sedeflerinden bir zarîf sedef bulur; onu bir şey zannederiz. Halbuki gözümüzün önünde duran uçsuz bucaksız ummanda daha ne sedefler; ne cevherler olduğunu görmeyiz.
Sayfa 86 - Diyanet İşleri Başkanlığı YayınlarıKitabı okudu
86 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.