Çığlık değil, ürperiş değil, fısıltı da değil, evet, nereden geldiğini bilmediğim o vahşi iniltiyi kalbimin derinliklerinde duydum. Soluksuz kaldım, boğazım kupkuru, alnım ateşler içinde, tuhaf bir hülyaya kapılmışım gibi sürüklendim o dipsiz boşlukta. Hayatın en karanlık sırrıyla yüzleştim. Söylenmemiş, yazılmamış görüntülenmemişti. Karanlığın her aşamasından geçtim , akan kanın sesini duydum, ölümün serinliğini damarlarımda hissettim. İnkar etmiyorum, vahşetle yıkanan o saf saf hakikati sevdim. Bedenim gençleşti, ruhum arındı, benliğimden yeni bir benlik çıkardım. Yıllarca bana yoldaşlık emiş korkunç anıların verdiği eziklikten bahsetmiyorum. Onlar çok gerilerde kaldı. Bir yılanın kabuk değiştirmesi gibi kurtuldum o utançtan. Bedenimi örseleyen o yara, arada bir sızlasa da daha güçlü kıldı beni. Çocuk düşlerimi lekeleyen o karabasanın, ömrümün e kıymetli fırsatı olduğunu anladım. Geçmişin kamburunu çoktan söküp attım sırtımdan. Artık, sadece bugün ilgilendiriyor beni. Manadan söz ediyorum, hayatı ölümle kutsamaktan, ruhu ızdırapla yüceltmekten, tanrıların önünde eğilmekten değil, onlarla aynı tahta oturmaktan. O benzersiz ürperişi, o derin korkuyu, kudretin sarhoş etiği o serkeş ruhun kendi anlamını bulmasından söz ediyorum. İşte bu sebepten korkuyordum.