Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
25 Mart 1974
Bireye ne oluyordu? Yahya Kemal kendisinc soru sorulmasından hoşlanmazdı. O, geleneği temsil ediyordu. Onunla tartışılamazdı. Kendisinc bir toplantıda genç bir adam soru sorunca yanındaki. ınc dönerek, 'Kim bu adam?” demişti. Osmanlı gosterişi sevmiyordu. Kuçuk saraylarda, ahşap evlerde oturuyordu. Tiyatroyu soytarılık, resmi küfür sayıyordu,
Bu dünya geçicidir. Bu dünyada elde etmek ve korumak bir insan için sadece kısa ömrü için gereklidir. Bunu unutmamalı. Mezarlıklar bu nedenle gözümüzün önünde bulunmalı. Evimizin bahçesinde, sokağın köşesinde tek mezarlar yer almalı. Her şey geçicidir. Belgeler gereksizdir, unutulacak ayrıntıları yazmak anlamsızdır. Belki de unutmak esastır.
Sayfa 90 - İletişim Yayınları
Reklam
Türkçe her hâliyle somut bir dildir; öteki dillere oranla, her şeyini somutça anlatır. Türkçede biz kızdık mı 'küplere biner', sevindik mi 'bir kol çengi' oluruz, 'eteklerimiz zil çalar'. Ağlarsak ‘iki gözümüz, iki çeşmedir'. Ayrılırsak, 'ciğerimiz yanar' vs. Zaten halk şiiri Türkçesi, bütünüyle bu
Sayfa 335 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5. basımKitabı okudu
Gerçek şu ki, ülkemiz yeryüzünün en folklor düşkünü ülkeleri arasındadır; ulusal radyo ve televizyonlarında, bizim kadar folklora yer veren başka bir ülke var mıdır, bilemiyorum. Gelişmiş ülkelerde, adamın üzerine kara bulut gibi çöken bir lâf ediyorlar: Folklor az gelişmiş ülkelerin estetiğidir. Ağır bir lâf bu, üstünde azıcık oyalansak
Sayfa 293 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5. basımKitabı okudu
Halk şiiri, halk kaynağından fışkıran şiirdir, öyle olunca elbet ekmek gibi öper başımıza koyarız. Bu şiirde Türk halkının yüzyıllardır söyleye söyleye bilediği nice türkü sergileniyor. Türk dilinin en arı, en duru işlenişi ondadır. En ummadığın ozanın en ummadığın şiirinde karşına iki dize çıkar ki, çarpılırsın: "Ferhad dağı deldi ise ben
Sayfa 165 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5. basımKitabı okudu
"RÜYASI ÖMRÜMÜZÜN ÇÜNKÜ / EŞYAYA SİNER"
* Tanpınar şiirinde Divan şiiri öğelerinin varlığı bilinmeyen bir şey değil. Çoğu şiirinde bu türün öğelerini, özelliklerini bulmak olası. Ama özellikle "Leyla" şiiri, daha adıyla bile nerede durduğunu gösteriyor; Onun (şairin) aşık olduğu kadın Leyla'dır; ipek saçları örülen, kement gibi boyna takılan, derdini yanan bir muma ağlayan ve doğaldır ki yalnızca "rüya"da görülen bir kadın...Yalnızca bu şiirde değil, çoğu şiirinde de aşık olunan kadının (şair adım anmasa da) Leyla olduğu düşünülür. Çünkü somut bir gerçekliği yoktur; ya bir aynadan yansır, ya duvardaki bir fotoğraftan ya da bir heykelden ...Bir "yansıma" olması, gerçek olmasını engellemeyebilirdi; sonuçta hepimizin yaptığı benzer bir şeydir: Eşyayı kendi bilinç prizmamızdan geçirmek ve öyle anlamlandırmak. Şairin yaptığı da budur ama o, bu prizmayı öylesine "katı" kullanır ki, okura hiçbir müdahale olanağı bırakmaz. Sevgili, yani Leyla, yani kadın; güneş'tir, nur'dur, şafak'tır, iyi, güzel, kusursuz olandır. Hal böyle olunca, doğaldır ki "cansız" olması gerekir. En azından donmuş! Kadının Tanpınar şiirindeki kadın imgesi için en doğru niteleme bu olacak: Donmuştur onun kadını...Öyle donmuştur ki, şair ne derse desin o etkilenmez. Öylece durur; ya bir duvarda ayna olarak: "Derin sularında bu ayna her an Sizden bir parıltı aksettirecek" ("Ayna") ya bir çerçevede fotoğraf olarak: "Bir kadın başı duvarda Uzanmış süzüyor beni" ("Sabaha Karşı") * Çiğdem Sezer
Sayfa 52 - EverestKitabı okudu
Reklam
Örneğin Nazım Hikmet'in şiirinin kökenini hiç kimse tartışmıyor; tam tersine, üç beş örnek bu yepyeni şiiri doğrudan doğruya halk yazınına bağlamaya yetiyor, başka örneklerden yola çıkılarak Divan ya­zınına bağlanması da olanaksız değil; ama, arkalarında koskoca bir Nazım Hikmet örneği dururken, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat Cumhuriyet Halk Partisi'nin halkı uyut­mak için ortaya çıkardığı Batı öykünücüleri olarak gösterilebili­yor; siz üç ozanımızın üçünün de yazınımızın yüzünü ağartan yapıtlarından, toplumumuzun yüzünü ağartan öncü aydın yapıtlarından sözetmeye kalktığınız zaman da yüz kızartıcı bir karalamanın değil, düşüncenin karşısına dikilmiş oluyorsunuz.
ASAF HALET ÇELEBİ “YENİ”NİN, YENİLİĞİN PEŞİNDE KOŞUYOR Asaf Halet Çelebi (1907-1958) Sizi de anlamadılar bu toplumda, bu ortamda. Anladılar da işlerine gelmedi, belki.1907’de doğmuşsun İstanbul’da, sanırım Beylerbeyi’nde Asaf Halet Çelebi. Yaşçaçoğumuzdan büyüktün, S.E.S. dergisi, o güzelim sanat dergisi çıktığı sıra. Hemen hemenaynı
TÜMEN TÜMEN KITIRBOM, TABUR TABUR PALAVRA Kadir Daniş Deneme Divan şiirine divan şiiri denmesi, biliyorsunuz, geleneğin sonuna rastlar. Eskiler yalnızca şiir der, geçerdi, Şimdi aradan geçen yüz bilmemkaç yıl sonra, bir zamanların muhteşem kasır ve köşklerinin kalıntıları ve enkazı arasında, bendeniz diyorum ki divan şiirine aslında "ahlar şiiri” demeliyiz. Çünkü rindane Türk edibi dünyaya, heyhat, yazmaya ve kalbini kavurup ah çekmeye gelmiştir. Bizim gibi adamların gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter ve buhurun mis kokusu ağzından, inci sözler olarak çıkar. Beytimize bakalım: Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim Bir perÎ-sûret görünmüş, Bir hayâl Olmuş sana Tedbiren dipnot geçelim; perÎ-sûret "peri yüzlü” demektir, hayal mi gerçek mi belli olmayan ve periler gibi bir anlığına görünüp kaybolan güzellikleri anlatır. Ve "bu şehir" İstanbul'dur. Hangi istanbul? Lale Devri'nde, sosyal yaşantının en renkli olduğu, Göksu ve Sa'dâbâd ve Boğaziçi'nde ve Adalar açıklarında üç çiftelerle mehtap safasına çıkılan, Ahmed çeşmelerinden selsebil suyu fışkıran, kaplumbağaların sırtında mum gezdirdiği ve salıncaklarda, ah, lale yanaklı eski zaman dilberlerinin sallandığı İstanbul. ......
Sayfa 57 - iz yayıncılıkKitabı okudu