Bu hikâye suya yazılmıştır. Kuytu bir köşede nemden ve dahası it bağlasan durmaz denilen bir yerde dökülmüştür cümleler çatlayan dudaklardan. Takvimler Mart ayını gösterirken; kapı aralığından gazete parçasına sarılı öğün yemeğini uzattılar. Göz ucuyla baktı bırakılan gazeteye; karanlık, isli odaya vuran güneş ışıklarının tozları havada görünür
Hindistan’ın Surat kasabasında bir kahvehane vardı, dünyanın her tarafından yabancıların, seyyahların uğradığı ve hasbihale daldığı.
Günün birinde bilgin Acemin biri uğradı buraya. İlahiyatçıydı. Ömrünün çoğunu Tanrının doğasını anlamaya ve bu konuyla ilgili kitaplar okumaya harcamıştı. Öylesine çok tefekkür etmiş, okumuş ve yazmıştı ki Tanrı
Mem nelere gark olmadı Zin'in ateşi için
Ferhat dağlar delmedi mi Şirinin düşü için
Kusur ise her saniye her yerde seni anmak
Mecnun az mı yemin etti Leyla'nın başı için
Sesi yorgun gözlerinden uykusuzluk seçilir
Görkeminin zerresinden Ağrı Dağı küçülür
Gecelerin kollarında leblerinin bal suyu
Aydan dökülürcesine kana kana içilir
Uykularından
***
Gavs-ı Kasrevî diye bilinen mürşidim Seyyid Abdulhakim el-Bilvanisî (k.s.)Hazretleri'nin, Abdulcelil adında bir müridi vardı. Tövbe etmeden önce,eşkiyanın reisiymiş; daha sonra kunduracılığı meslek edinmişti. O, şöyle anlatmıştı:
- Siirt'in Kozluk ilçesinde "Seyda" adıyla tanınan bir hocamız vardı. Bizim yörede büyük
Müthiş şaşkınlık içinde, nereden diye düşünüyordum, bu saf, uysal, bu az konuşan kız bunları nereden biliyordu? Nükte yeteneği güçlü bir gülmece yazarı bile, erdemlerin soylu biçimde küçümsendiği, böylesine alaycı, safdil kahkahaların olduğu bir sahne yaratamazdı. Kullandığı sözcükler ne kadar parlak, küçük sözcükler!.. Hiç duraksamadan verdiği