Biraz hırçınca düşen yağmur damlaları, kaşkolunuzu boynunuza iyice sarıp sarmalamışsınız ya da hiç değilse kabanınızın yakalarını kaldırmışsınız. Rüzgarın bıçak sırtından korumak istediğiniz ellerinizi yine kabanınızın cebine emanet edip kendinizi kalabalık bir bulvara bırakıvermişsiniz. Belki de buna maruz kaldınız demeli, bilemedim. Bu
Duygularımı kelimelerle ifade edemeyecek durumdayım. Herzman her duyguyu tarif edecek birkaç cümlem muhakkak olurdu. Ama şu an küfür etmeden kendimi ifade edebileceğimi sanmıyorum yinede deneyecgim. Sanki ne söylersem söyleyeyim bir şeyler hep yarım ve eksik kalacak gibi. Daha önce kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ölenlere mi üzülsem geride kalanlara mı hala beton altında kurtarılmayı bekleyenlere mi Ben de bilmiyorum. Konuşmak istiyorum sadece konuşmak. Birileri sürekli birilerini suçluyor. Hükümet biz suçlu değiliz diyor. . muhalefet zaten suclamaya yer arıyor. hocalar kader diyor. Ortada bir eksiklik varsa o tartışılır ama eğer bir suç varsa birileri değil sorumlular suçlanılır. Peki ya Sorumlu kim?
Müteahhitler mi? Mimarlar mi? Denetim yapanlar mi? Yoksa yetki verenler mi?
Hani utanmasalar bunuda dış güçler yaptı diyecekler ki diyorlarmış zaten bunlarda utanmada yok! Bu bir hata değil ki olur öyle şeyler diyip geçelim. bu ihmaldir. Bu cinayettir. Bu bile bile göz yummaktır. Taraf tutar gibi parti tutanlar sorgulamiyor buda yetmiyor sorugulayanada müsade etmiyor. Depremide mi o yaptı diyeler var. Yok yok dış güçler yaptı. Deprem bı doğal afettir depremde ölüm olması ihmaldir. Olaya at gözlüklerini çıkarmadan bakanlar var. İnşallah bugün ağlayan o annelerin babaların yetimlerin yaşadığını sizlerde yaşarsınız. Kusuruma bakmayın duygusal davranamıyorum. Aklımın kabul etmediğini vicdanim tahammül etmiyor!
Kalbi atıyor...
Daha ilk satırlarda bir gidişin hançer gibi sözleri ile karşılaşıyoruz.
Nasıl bir anlatımdır!
İçimizde bir şey kanamaya başlıyor, keskin bir vedanın yarası deşiliyor.
Daha tanışmadan ayrı düşüyoruz.
Evet,
Kalbi atıyordu Acibe’nin.
Cam kenarında çocukları izlerken,
Akide şekeri yerken,
En çokta Faruk Nafiz’i görürken...
Kalbi
Aşk yok gayri memlekette
Cemal Süreyya beri gideli
Daha önce var mıydı ki
Oğulun babasına aşkı meselâ
Döve döve öldüresiye
Bir Kürt öldü diyeler
Bir şair pekiyi
Harbe gidişi
Paskal diyor ki:
"- Nous mourrons seul - Yapayalnız ölürüz!"...
Bu basit sözün ruhundaki derinlik hudutsuz... Öleceğimiz anda saniye ve sâlise hesabıyle bütün insanlık bizimle beraber ölse yine her fert tek başına ve yapayalnız ölür. Bütün insanlığı bir havana doldursalar da bir darbede ezseler yine her unsur tek başına ve yapayalnız ölür. Bu büyük yalnızlığı Yunus Emre de ne güzel duymuş ve duyurmuştur:
Bir garip öldü diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip benceleyin...
AFRODiZMA
Aşk yok gayri memlekette Cemal Süreya beri gideli
Daha önce var mıydı ki
Oğulun babasına aşkı mesela Döve döve öldüresiye
Bir Kürt öldü diyeler Bir şair pekiyi
Harbe gidişi
Şol zaman kim ben ol dostdan ayrı düşdüm oldum ırak
Hasret ü derd ü âh ile çok ağladım tutdum firak
İstedim yedi iklimi ne Rûm'u kodum ne Şâm'ı
Gezdim yürüdüm tamamı başım açık yalın ayak
Yer mi kodum istemedik âdem mi kodum sormadık
Aç u susuz halvetlerde zârî kılar idim yavlak
Kimse hâlim bilmez idi derdime em kılmaz idi
Derdim
Picasso, Matisse, Miro gibi büyük ressamların, en ustalaştıkları devirde çocuk çizgilerine yaklaştıklarını görmüştüm.
Klasik ve modern dönemlerin ardından ustalıkları öyle bir aşamaya geliyordu ki, çocuk çizgilerindeki saflığa, duruluğa ve temizliğe yükseliyorlardı.
Yunus Emre şiirinde de bu özelliği görürüz. Sanki "Bir Garip öldü diyeler / Üç günden sonra duyalar" sözünü herkes söyleyebilirmiş gibi gelir. Ama sanatın en zor aşaması budur işte: Ustalığa, fırça ve söz oyunlarına gerek duymadan yaratılan pür safiyet.
Yaşar Kemal'in yeni yayınlanan romanı Karıncanın Su İçtiği'ni okur okumaz, onun da usta-çocuk aşamasına vardığını anladım. Yalın mı yalın ama belalı mı belalı!
Hani Nurullah Ataç'ın "Süssüzlükten safi süs olmuş Japon vazoları" dediği cinsten.
(2 Mayıs 2002 tarihli köşe yazısından)
Acep şu yerde var m'ola
Şöyle garip bencileyin?
Bağrı başlı, gözü yaşlı,
Şöyle garip bencileyin.
Gezdim Urum ile Şam'ı,
Yukarı illeri kamu.
Çok istedim, bulamadım