Kalbimle gökyüzü arasındaki boşluk genişlesin! Issızlıklarımı mevcudiyetinizle doldurmanızı, gecelerimi nurunuzla hırpalamanızı, Sibiryalarımı güneşinizle eritmenizi hiç temenni etmiyorum. Sizden de yalnız, ellerim tertemiz kalsın istiyorum; yeryüzünü yoğururken ve dünya işlerine karışırken hepten kirlenen ellerinizin aksine... Sersem kadirimutlaklığınızdan, yalnızlığıma ve ıstıraplarıma saygı istiyorum sadece. Sözlerinize ihtiyacım yok; bunları bana dinlettirecek çılgınlıktan da çekiniyorum. Sizi yoklukta bir gedik açarak şu zaman panayırını başlatmaya ve böylelikle beni evrene -oluştaki aşağılamaya ve utanca- mahkûm etmeye iten o hoşgöremediğiniz huzuru, ilk anın öncesinden devşirilmiş mucizeyi gösterin bana.
“İnsanlar arasında yaşamış olup, beklenmedik tek bir olayın yolunu hâlâ gözleyen kişi, öyle bir kişi hiçbir şey anlamamış demektir ve asla bir şey anlamayacaktır.”
Hani diyoruz ya yedisinde neyse yetmişinde o. ‘Arkadaş neden düşünmüyoruz, neden o? Manyak mıyız, aciz miyiz biz? Neden her yaşta aynı kişi oluyoruz? Hiç mi gelişemiyoruz?’ diye soran yok.