Écrire, c'est dessiner une porte sur un mur infranchissable, et puis l'ouvrir.
Yazmak, aşılması imkansız bir duvara kapı çizmek ve sonra o kapıyı açmaktır.
“İçki içemiyor, sigara tüttüremiyordum. Sadece sabahtan akşama kadar ikinci katın beş metrekarelik odasında tıkılı halde eski dergileri okuyup aptalca bir şekilde yaşıyordum. İntihar edecek enerjimi dahi kaybetmiştim.”
“Eğer bana ‘güzellik’ atfedildiyse, hiç şüphem yok ki aşağılık, şehvetli bir güzellikten başka bir şey değildi bu. Ne var ki onun sahip olduğu güzellik, bilgili ve dinginliğe sahip bir ‘erdemli güzellik’ti.”
“‘Yapamam!’ diye haykırdı dudağı titreyerek. ‘Böyle kederli bir kadını öpemem.’ Büyük bir zarara uğramış gibi kollarını birleştirip yüzünü ekşiterek kadına baktı.”