Bazı günbatımları diyordu Wilde, Corot'nun resimleri gibi görünmeye başladı. Günümüzde, doğanın, bir kartpostal kadar güzel olmak için, kitlesel üretilen renkli reprodüksiyonları taklit etmekten başka seçeneği yok.
Sayfa 255 - KüreKitabı okudu
Tabloda İsa'nın yüzü darbelerle yaralanmış, şişmişti, kanlı korkunç morluklarla doluydu. Gözleri açık, gözbebekleri kayıktı. Ortaya çıkmış iri gözaklarında cam gibi, ölü bir donukluk vardı. Gelgelelim, çok tuhaftır, büyük acılar çekmiş bu insanın cesedine bakarken ilginç bir soru geliyordu insanın aklına: Cesedi tam böyle idiyse (gerçekten de öyle olması gerekirdi), onu böyle gören bütün öğrencileri, gelecekteki önemli havarileri, onu izleyen ve haçın dibinde bekleyen, ona inanan, tapan bütün kadınlar cesedine bakarken bunca acıya katlanmış bu adamın dirileceğine nasıl inanacaktı? Burada ister istemez şöyle düşünüyor insan: Ölüm böylesine korkunç bir şeyse, doğanın yasaları böylesine güçlüyse nasıl üstesinden gelinebilirdi bunun? Doğayı yenmiş, doğanın baş eğdiği, 'Talita kumi' dediğinde kızı ayağa kaldıran, 'Lazar, dışarı çık', dediğinde ölmüş Lazar'ı mezardan çıkaran bir insan, doğanın yasalarını şimdi yenemediyse sonra nasıl yenecekti?
Sayfa 517 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Bir köşkün alınlığında, 'In magnificentia naturae, resurgit spiritus' (Doğanın görkeminde, ruh ortaya çıkar) yazısını okuyorum.Burada durmalı işte."
80 syf.
8/10 puan verdi
·
7 günde okudu
DEHŞET NEDİR? TANIMLANABİLİR Mİ?
Selamlarımla sevgili okurlar! Bu defa Algernon Blackwood'un "The Willows" isimli öyküsü ile karşınızdayım. "Tuna Nehri'nde yolculuk yapan iki arkadaş, kanolarıyla süratle ilerlerken kendilerini âdeta başka bir dünyanın eşiğinde, söğütlerin ıssız diyarında bulur. Bu viran bölgede uygarlığa dair tek bir işaret yoktur.
Söğütler
SöğütlerAlgernon Blackwood · İthaki Yayınları · 2022402 okunma
Bazı ayrılıklar, seviyeler ve dereceler vardır; ama her şeyde aynı doğanın yüzü görülür.
Reklam
Şöyle güzel bir havada dışarı çıktığımızda etrafımıza bir göz gezdiririz bazen;kuşlar, kediler, doğa mutlu ediyor bizi. Yaşamı sevdiriyorlar bize. Ama dönüpte insanların yüzüne bakınca işin rengi değişiyor. Bıkmışlık, usanmışlık, yorgunluk, ümitsizlik akıyor yüzlerinde...yazık değil mi? Çardağa şöyle güzelce oturup doğanın tadını çıkarması gereken insanlar başları ellerinin arasında kara kara düşünürken şahitlik ediyoruz onlara... Kimisi "evime bu akşam ekmek götürebilecek miyim? Çocuğuma bir oyuncak veya bir çikolata götürebilecek miyim?"derdinde... Yazık, çok yazık! Hükümet saraylarda altın varaklı tabaklarda yemek yerken, evde bu -gece ne pişirsem- derdiyle tutuşan analar var. Reva mıdır bu millete? Köşesinde öylece çürümeyi göze alan gençler, gencecik yaşında babasından para istemeye yüzü olmayan gençler boyunlarında iplerle veda ediyor yaşama...sitemim herkese her şeye...
İnsanların yoğun bakışları ve sağanak yağmur altında yolunu kaybetmiş bir berduş gibi Kolombo sokaklarında yürürken, karşıma çıkan ilk yere girip sığınmaya karar verdim. Çok geçmeden kapıları açık bir Budist tapınağına rastladım. Çekingen bir turist edasıyla yavaşça girdim içeriye. Yağmurluğumu çıkardım ve soluklanmak için köşede yer alan kilimin
In magnificentia naturae, resurgit spiritus -Doğanın görkeminde, ruh ortaya çıkar.
° Bazı ayrılıklar, seviyeler ve dereceler vardır SMS her şeyde aynı doğanın yüzü görülür. °
Sayfa 20 - İş bankasıKitabı okudu
Reklam
Artık yalnız değildim. Burada dünyanın önündeydim , kendi çevreme yansımıştım , evreni kendime benzer biçimlerle dolduruyordum. In magnificentia naturae , resurgit spritus Doğanın görkeminde , ruh ortaya çıkar.*
Düşersem birgün boylu boyunca Ürkmezsen eğer savaş çığlığı cesedime Eğilip üzerime öp beni.. Suya hasret çorak toprak gibi Beşiğe uzanan anne şefkati ile İkona değen inanç eli gibi Toprağa inen yağmur damlası özlemi ile; Yar gibi.. Say ki Roman çocuğuyum Anasının sırtında yamalı bohça gibi Yarısı çıplak gezgin ve sürgün. Elinde çöplükten yeni
In magnificentia naturae, resurgit spiritus: Doğanın görkeminde, ruh ortaya çıkar.
Bir basamak daha aşağı inildi mi, yabancılık başlayıverir: dünyanın yoğun olduğunu fark etmek, bir taşın ne denli yabancı, bizce kavranılmaz olduğunu, doğanın, bir görünümün bizi ne büyük bir güçle yok sayabileceğini sezinlemek. Her güzelliğin dibinde insandışı bir şey yatar ve bu tepeler, gökyüzünün bu tatlılığı, bu ağaç dizileri kendilerine yüklediğimiz düşsel anlamı hemen o dakikada yitiriverir, yitirilmiş bir cennet kadar uzaktırlar bundan böyle. Bin yıllar ötesinden dünyanın ilkel düşmanlığı yükselir bize doğru. Yüzyıllar boyunca onda yalnız kendisine önceden verdiğimiz biçimleri ve çizgileri anlamış olduğumuza göre, bundan böyle bu yapmacıklığı sürdürmeye gücümüz yetmediğine göre, bir saniye için onu anlamaz oluruz. Yeniden kendi kendisi olduğuna göre, dünya bizce anlaşılmaz olur. Alışkanlıkla maskelenmiş bu dekorlar ne iseler gene o olurlar. Uzaklaşırlar bizden. Bir kadının alışılmaz yüzü altında, aylarca ya da yıllarca önce sevilmiş kadını bir yabancı gibi bulduğumuz gibi, bizi birdenbire böylesine yalnız kılıvereni bile arzulayabiliriz belki. Ama zamanı gelmemiştir daha. Bir tek şey: dünyanın bu yoğunluğu ve yabancılığı, uyumsuz budur işte.
Sayfa 25 - Can YayınlarıKitabı okudu
372 syf.
10/10 puan verdi
UMAMİ TADINDA BİR ROMAN: HEDER AĞACI
UMAMİ TADINDA BİR ROMAN: HEDER AĞACI Hayatın telaşlı koşuşturması içindeyken, bir an âşık olduğunuz kişi aklınıza gelse ve her şey değişiverse, yüreğinizde kanat çırpan kuşların rüzgârıyla yavaş yavaş gökyüzüne çıksanız, bir bulutun üzerinde bağdaş kurup otursanız, aşağıda ne görürdünüz? Yeryüzünün acıklı hâlini mi, yoksa hayatın güzelliklerini
Heder Ağacı
Heder AğacıAbdullah Ataşçı · Everest Yayınları · 2022122 okunma
Resim