Savaşa inanıyor musun? diye sordu.
Hayır.
Savaşmaya hazır mısın?
Evet.
İşte gerizekalı bir sistemin birey içgüdüsü.
(Siperden çıkıp vuruluncaya kadar düşman ateşine doğru yürümek gibi çılgınca bir fikir vardı kafamda.)
İntihara meyilliydim, zaman zaman ağır bunalımlara giriyordum, kalabalığa ve özellikle de sıraya girip beklemeye tahammülüm yoktu. Ve hayatlarını sıraya girip bekleyerek geçiren bir toplum olmaya doğru gidiyorduk.
VELİLİKLE DELİLİK ARASINDA BİR HİÇ: NEYZEN TEVFİK
Akıl Hastanesi’nde bir Deli,
Meyhane’de bir Veli,
Mezhepte Bektaşi,
Dergahta Mevlevi,
Abdülhamit’e karşı bir küfürbaz,
Atatürk’ün sofrasında bir Diyojen.
Sokaklarda kimsesiz bir çocuk,
Han odasında bir derbeder.
Crotona’da Pisagor,
Kahire’de Kaygusuz Abdal.
Pir yolunda talip
Zor yolunda anarşist…
Özdemir Asaf’ın deyimiyle
“Bütün metrelerin ve santimlerin, bütün kiloların ve gramların, bütün rakıların ürktüğü adam”
Hiç, Hiççilik felsefesi, Melametilik, Kalenderilik geleneği Neyzen Tevfik’in yaşamına, eserlerine damgasını vuran en belirgin özelliktir. Üzerinde “Hiç” yazan kolyeyi sürekli boynunda taşırken Ney’i dudağından, Mey’i elinden düşürmedi.
Hiç’leşmeye doğru yürürken uğradığı duraklarda Ney ve Mey vardı.
Görünmeyen yanımızın ermişi ve bir Kent Dervişi. Şair, besteci, tiyatrocu, oyuncu. Her şey ve Hiç: Neyzen Tevfik
LOJMAN
Lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. Herkesin kocasının aynı işi yaptığı bir aileler topluluğu bu. Çalışmayan kadınlar için standart bir hayat: Sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar, öğleye kadar ev işleri, öğleden sonra kadın
Paulo Coelho'u Simyacı kitabıyla tanımıştım. O zaman 14 yaşındaydım ve kitabını sevmedim. Daha sonra da hiçbir kitabını okumadım. Yazara yeni bir şans vermek için kitaplarına bakarken bu kitabın kapağı beni kendisine çekti. Arkasını okuduğumda ise tamam dedim işte aradığım kitap.
Konusunu spoiler içermeden yazmayı beceremedim ama kitabın arkasını
Bildiğim hiçbir şeyin bildiğim son doğru olduğundan emin değilim.
Bulduğum hiçbir yanıtın en son doğru yanıt olduğundan da emin olamıyorum.
Kimileri için tutarsızlık,kimileri için dengesizlik,kimileri için delilik alameti sayılan bu sürekli değişim başımı döndürse de bir türlü bitmeyen büyümenin böyle bir sarmal olduğuna kanaat getirdim.
İnanılmaz etkileyici bir kitaptı. Postmodern tarzda yazıldığı için her okuyan kendince bambaşka anlamlar çıkarabilir. Karakterlerden biri rüyasında tımarhanedeki özel beyaz hücrelerden birinde görüyor kendini, kitap içinde bir karakterin trans haline geçişi ise katatonik krizleri andırıyor. Bir açıdan şizofrenik bir hava var. Delilik için
Bir iki satırla kitabın anlatım tarzına değinip içeriğine geçmek istiyorum.
Yazar-Margaret Cheney, her ne kadar biyografi tarzı bir roman ortaya koymuş olsa da anlatım dili sanki bir tarih kitabı ya da bir makale okuyormuşsunuz tadı veriyor. Derinlemesine araştırıldığı, bilgi sahibi insanlar ile konuşulduğu belli. Anlatım dili okurken bir yerden
O kadar yoruluyorum ki bazen neden her şey yolunda gitmiyor diye söyleniyorum.- Hoş sorsanız yorulmayı hak edebilecek ne tür önemli bir meşgale yapmışım cevap verebilir miyim meçhul , ama ben yine de bizlere biçilen o yorulma hakkımı da biraz sömürmek istiyorum. Neyse!- Hani her şey tıkırında olsa , bir şeyler hep düzgün gitse nasıl da mutlu
...
Akarken gözlerimden üç beş damla yaş
Sorarım kendime üç günlük dünyada bu ne telaş
Anladım ki yaşamak bir çeşit iç savaş
Durulurmuş insan büyüdükçe yavaş yavaş
o.ö
"..hey! kendini akıllı sanan zavallı, kira otomobillerine konan taksiler gibi sana da her saatini, hareketini yazan bir alet bağlasalar, bazı bazı tımarhanedekileri imrendirecek şeyler yaptığını belki biraz anlardın."
Hüseyin Rahmi Gürpınar kullandığı ustalıklı üslubuyla insanı aklı konusunda sorgulamaya itmeyi çok güzel başarıyor. Ve kitap bittiğinde kendinizi "deli olduğunu kabul edenler mi deli, etmeyenler mi deli, yoksa günümüz dünyasında herkes mi deli, tımarhanedekiler akıllı da dışarıdakiler mi deli" gibi sorularla boğuşurken buluyorsunuz. Sonuç? Delilik okyanusunda ufak kayığınızla sonsuzluğa doğru yelken açtınız, tebrikler.
Ben Deli miyim?Hüseyin Rahmi Gürpınar · Everest Yayınları · 2011569 okunma
“Ben deli değilim, benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar.
İnsanın kendi olabileceği tek yer akıl hastanesidir sanırdım, yanılmışım. Delirmeye bile hakkınız yok burada. Tımarhane delirme hakkının kutsandığı mabed değil midir? Değilmiş!
İnsan tımarhanede bile delirme hakkını elde edemiyorsa ölsün daha iyi. Ben size ve
Kendi kendine çizgiler çekmeyi pek sever insan. Bu çizgiler duracağı yeri bildirir, gideceği mesafeyi ölçer, seveceği şeyi belirler. Tuhaf ki ne tuhaf. Nabokov, "Zorlanan her sınır, kendisini aşan bir şeylerin de habercisidir." derken bu saçmalıktan bahseder. Çizgileri biz çizdiğimize göre, sınır diye bir şey yoktur sevgili okur.
-Geçenler de bir hikaye anlatmıştınız,Mecnun'un Leyla ile buluşmalarının hikayesi onun gibi mi ?
-Hele hatırlat bakalım şu hikayeyi!
-Destur diyerek efendim...Mecnun bir gün fırsat buldu Leyla ile oturmaya muvaffak oldu.Leyla da onu sınamak için ondan bir dilek diledi
"Ey âşık! Neyin varsa getir."
Sevgili'yi görünce konuşamaz olan
İnsanın azınlıkta olması, tek kişilik bir azınlık olması bile, deli olduğu anlamına gelmiyordu. Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman, tüm dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun.