İşkence her zaman kişisel bir ilişki içerir; işkenceci için belirli bir anda belirli bir kişi üstünde hangi işkence yöntemini hangi yoğunlukta kullanması gerektiğini bilmek elzemdir. Yanlış işkence türü veya düşük yoğunlukta işkence "itiraf yok" demektir. İşkence çok yoğunsa esir itiraf edemeden ölür. Her iki koşulda da işkenceci yüksek mevkideki sorumluların açlığını doyuracak bilgiyi koparıp almada başarısız olmuş demektir. İstenen bilginin alınmasını sağlayacak doğru yöntemi ve doğru oranı belirlemeyi öğrenmenin sonucunda işkenceci üstünden sınırsız ödül ve kendini şımartacak övgüler alır.
Sayfa 456-457Kitabı okuyor
Dış tehditlerden korunaklı dünyalar yaratmak isteyen kimi kişiler, fazla ileri gidip dış dünyaya karşı abartılı yüksek duvarlar örerler. Yeni insanlara, yeni yerlere, farklı yaşantılara karşı yükselen bu duvarlar onların iç dünyasını da yoksullaştırır. İşte Acılaşmak burada devreye girer. Acılaşma'nın (ya da Dr. Igor'un tercih ettiği
Reklam
Yaşamı boyunca pek çok şeyi sonuna dek götürdüğü doğruydu, ama hep önemsiz şeylerdi bunlar, bir özürle sona erebilecek bir küslüğü uzatmak, bir ilişkinin sonu olmadığını düşündüğünde adamı sevdiği halde telefon etmemek gibi. Kolay konularda ödün vermemekte üstüne yoktu; sanki ne kadar güçlü ve aldırışsız olduğunu kendi kendine böyle
Nazım Hikmet
"Komünizmin tüm dünyada tam zaferine, yani dünyada ne para, ne devlet, ne si­lahlı kuvvetler, ne partiler kalmayıncaya kadar, bu koşullar oluşuncaya kadar küçük ya da büyük kişi tapınmacılıklarının ortaya çıkma tehlikesi he zaman vardır. Buna karşı mücadelenin biricik silahı, Lenin ilkelerinin doğru bir kavranışı ve tüm sosya­list ülkelerde, siyasal ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında gerçekleştirilmesidir."
Sayfa 26 - Hece dergisiKitabı okuyor
" Kişi, hayatındaki en önemli kişinin kendisi, en önemli tanıklığın da kendi tanıklığı olduğunu fark edemezse hiçbir zaman hayatla ilişkisini doğru kuramaz. "
Dostoyevski'nin Anna Karenina incelemesi!
Başlangıçta çok beğendim; başımı kaldıramıyordum; ayrıntılarına kadar bayağı hoşlanmıştım; ancak bütününde ilgim azaldı. Bunu bir yerlerde okumuşum gibi gelmişti bana, evet, hâlâ belleklerde tazeliğini koruyan, Kont Tolstoy'un Çocukluk ve Delikanlılık, Savaş ve Barış adlı yapıtlarında da aynı hava vardı. Konusu farklı olmakla birlikte Rus
Sayfa 701 - 702, 703, 704, 705, 706, 707, 708, 709, 710, 711, 712 Yapı Kredi Yayınları
Reklam
Kişi, hayatındaki en önemli kişinin kendisi, en önemli tanıklığın da kendi tanıklığı olduğunu fark etmezse hiçbir zaman hayatla ilişkisini doğru kuramaz.
Sayfa 51
"Kim seçerse beni, layığını bulur." Çok doğru bir laf, zaten kim talihini kandırıp, Layığından fazlasına dikebilir gözünü? Ayrıca kimse, Hak etmediği şerefi takınamaz ki. İyi olmaz mıydı, mal mülk, servet, mevki ve tüm şerefli şeyler, Hile hurdayla değil, hakkıyla elde edilseydi? O zaman ortalıkta bu kadar önemli adam gezinmezdi. O zaman buyurgan kaç kişi buyruk altına girerdi şimdi. O zaman soylu geçinen kim bilir kaç kişi köylü olurdu. Ve kim bilir kaç sıradan insan parıldardı soyluluktan
Sayfa 62 - Aragon PrensiKitabı okudu
Facebook, “varlığı senkronize etmeye" yönelik daha geniş kapsamlı çağdaş ve (teknik) tertip kapsamında, oldukça ironik bir biçimde ötekinin yüzünü yok ederek yerine daha kısa ve öz bir mevcudiyet, daha hafif bir dokunuş getirir. Bu durum etkileşimlere farklı bir senkronizasyon türü getirir: "yaşam eksenleri boyunca yolları bir ya da
Sayfa 57 - 58 - PdfKitabı okudu
Şehir planlamacılarına sormak istiyorum örneğin: "Neden kaldırımları bu kadar dar planlıyorsunuz? İki kişi karşılaştığı zaman yürüyemiyor. '-Mış gibi' kaldırım yapmak yerine neden doğru dürüst bir kaldırım yapmıyorsunuz?"
Reklam
Velayet-i Fakih (Fakih’in velayeti veya yönetimi) ilkesi İran İslam Cumhuriyetinin temelini teşkil eden kuruma ve kurumun başında bulunan Veliy-i Fakih’e işaret eden bir kavramdır. Fakihlerin yönetimi teorisi, esas olarak Şii İslam anlayışı ile Sünni İslam anlayışı arasındaki temel farktan ve Şiiliğin Sünnilikten ayrıldığı noktadan mülhem ortaya
Sayfa 52 - Velayet-i Fakih: Makam-ı Muazzam-ı Rehberi (Büyük Önderlik Makamı)Kitabı okudu
"İnsanın düşüncesini teksif etmesini sağlayan yollardan birisi de sırt üstü uzanmaktır. Fakat her halükarda, düşünce denizlerinin kilitlerini açmak için, uykudan kalkıp seher vakitleri erkenden çalışmaktan daha iyi bir anahtar yoktur. Çünkü insanın düşüncesi o vakit bir noktada toplanmıştır. Düşüncesi, eğlence, maişet gibi kendisini meşgul eden yönlere bu vakitte dağılmaz. Çünkü beden dinlenmiş, kendine gelmiş, yeni bir silkinişle tazelenmiş gibidir. Velhasıl, havanın en güzel, esintinin en tatlı, gece ile gündüz arasındaki en müsait zaman seher vaktidir. Akşam ise seher gibi değildir. (Akşam gece ile gündüzün ortasında olma bakımından seherin karşısında yer alır). Çünkü bu vakitte karanlık aydınlığın üzerine çökmektedir. Seherde aydınlık karanlığın üzerini kaplarken, burada tam tersi olmaktadır. Hem bu vakitte insan çok yorgun, bitkin ve bitaptır. Çünkü gün boyu çalışmış, yapmış olduğu işler kendisini bitirmiştir. Bu sebepledir ki uykuyla tekrardan kuvvetlenmeye muhtaçtır ve biran önce uyumak ister. Bir şeyler yapmak isteyen (yani şiir yazmak, eser telif etmek, icat etmek, kapalı ve muğlak yerleri çözmek gibi) kimse için en uygun vakit seher vaktidir. Ezberlemek, normal çalışmasını sürdürmek ve benzeri işleri yapmak isteyen kimse için ise geceler uygundur. Doğru sözlülerin en doğrusu Allah Teala şöyle buyurmaktadır: ' Muhakkak ki gece kalkan kişi , neşe bakımından daha kuvvetli , okuma bakımından da daha sağlamdır . ' 73/ Muzzemmil, 6."
Sayfa 88 - Otto YayınlarıKitabı okuyor
Her çağda, insanın gerçek görevinin nelerden oluştuğunu anlayan ve bu görev geleneğini gelecek nesiller ve içgörünün daha derin ve daha genel bir düzeye ulaştığı bir zaman için koruyan en az birkaç kişi vardır. Birincisi, birkaç neslin yolu değişecek ve birkaç kuşakta daha fazlası olacaktır... Bu tür bir kavrayışa sahip olan kişi, ne kadar izole edilmis olursa olsun, eşzamanlılık yasasının farkında olmalıdır. Antik dönemdeki Çinlilerin söylediği gibi: "Evinde oturan ve doğru düşünceyi düşünen doğru adam 100 kilometre öteden duyulur."
Sayfa 285Kitabı okudu
Gerçekte bunlar “sevdikleri” kişiden başka hiç kimseyi sevmemelerini, sevgilerinin yüceliğinin kanıtı olduğunu sanırlar. Bu yukarıda sözünü ettiğimiz yanlışın bir eşidir. Çünkü kişi burada sevginin bir eylem, bir ruhsal güç olduğunu göremez, sadece tüm gerekli olan şeyin doğru nesneyi bulmak olduğuna inanır. Her şey buna bağlı olarak kendiliğinden oluverecektir. Bu tutum resim yapmak isteyen fakat sanatı öğrenmek yerine en uygun nesneyi beklediğini, onu bulduğu zaman son derece güzel bir resmini yapacağını söyleyen kişinin tutumuyla aynıdır.
17 Eylül 1914'te Mustafa Kemal Sofya'dan Tevfik Rüştü (Aras) Bey'e bir mektup göndermişti. Mustafa Kemal bu mektubunda 1. Dünya Savaşı'nın geleceğini nasıl gördüğünü açıkça ortaya koymuştu: "Birtakım insanlar vardır ki hakkımdaki fikirleri daima olumsuzdur. … Benim, her ne şekilde olursa olsun vücudumun ortadan
Sayfa 25 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.