“Aşktan pek anlamam ben. Ruhsuzum genel itibariyle. Ruhun olmadığı yerde aşk ne arasın.. tabi.
anlamam ama birini sevdiğim zaman “fedakarlık” kelimesinin karşılığı değişir bende. Sevdiğim kişi söz konusu olunca.
Kilometrelerce yol gitmek artık fedakarlık olmaz. Zorunluluk olur.
Canı sıkılmasın diye kendi hayatımdaki problemleri yok farz etmek fedakarlık olmaz. Yapılması gereken olur.
Yaş farkını, kültür farkını, değerler farkını hiçe saymak, prensiplerimi bir kenara atmak da fedakarlık olmaz. Normal olur. Bir anda olur. basit olur.
O yüzden ben; “O benim ayağıma kaç kere geldi ki şekerim, ben gideyim sürekli? Bu işler karşılıklı yani bi yerde. O gelsin bi kere de bakalım” diyeni anlamam.
“Hep o anlatıyor. Hep onun hayatı. Onun hastalığı. Onun annesi, onun sınavı. Yoruldum artık” diyeni de anlamam.
“İyi de senden küçük?” diyeni de anlamam. “Müslüman değilse bitmiştir benim için.Neticede bir yuva kurulacak” diyeni de.. hiç.. hiç anlamam.
Ben, hamburger yerken ağzının kenarına mayonez bulaştı diye, çayı içerken höpürdetiyor diye, uyurken horluyor diye bir adamdan soğuyamam.
Hayalimde bir “fiziki ideal erkek haritası” yoktur. Severim, ondan sonra dışını şekillendiririm. Sevgilimi bana uyduramam. Beyaz atlı prense çeviremem.
Ben sevdiğim zaman, benliğimi sorgulayamam. Sevgilisi olmasına rağmen severim, kendisinin bana olan nefretine rağmen severim. Aradan geçen zamana rağmen severim. Bana rağmen severim. Kural koyamam.
Aşktan pek anlamam. Doğrudur. Tanımlayamam da doğru düzgün.
Ama sizden daha çok anladığım kesin.”