“Benim ben, Figen Negatif?” Çirkin olduğu kadar sağlıklı da. Hemen bir kafes bulmam lazım!
Savaşta bile böyle korkmamıştım. Köpekbalığıyla deplasmanda karşılaştığınızı düşünün: “Evimde ne arıyorsun kadın?!”
Alev almış bir cadı gibi çığlık atıyor: “Civan diye biri sizi arıyor Ruhi Bey.”
Verem mikrobunun büyütülmüş haline benziyor. Gözleri; ekşimiş yoğurttaki çürük böğürtlenler. O kadar meymenetsiz ki, ona sopayla dahi dokunmak istemem: “İyi de sen kimsin?”
Zilli beşaret “Aşk olsun Ruhi Bey” diyor ve suratındaki, Türkiye’nin en büyük et benine dokunuyor: “Onbeş senedir yanınızda çalışıyorum. İzindeydim ya, döndüm. Haydi, telefondakini bekletmeyin…” Dırdırıyla bir erkeği kısırlaştırabilir.
"Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey." diyordu, "Sen! Oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun. Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?"
'' Şu anda, tam şu anda yanında olmak, elini tutmak, yüzüne bakmak, sesini duymak için neler vermezdim.. Dokunmak, görmek ve duymak- tüm bu duyu alıcıları, optik sinirler ve titreşen kulak zarlarının yeri nasıl olur da bir mektupla doldurulur?...''
SENİ DÜŞÜNÜRÜM - NAZIM HİKMET
Seni düşünürüm
Anamın kokusu gelir burnuma
Dünya güzeli anamın
Binmişsin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
Fırdönersin eteklerinle saçların uçuşur
Bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü
Sebebi ne
Seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
Sen böyle uzakken senin sesini duyup
Yerimden fırlamamın sebebi ne?
Diz çöküp bakarım ellerine
Ellerine dokunmak isterim
Dokunamam
Arkasından camın
Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
Alaca karanlığımda oynadığım dramın
Telefon çalıyor; bilinmeyen numara. Açıyorum, pardon numaranız çıkmadı, diyorum.
- Hayır, diyor ses, çıktı!
- Evet, diyorum sese, çıktı!
Rahatlıyorum, demek ki bilinen numara, numara yok!
- Sen misin? diye soruyor ses.
- Benim, diyorum. Peki ya sen, sen misin?
- Benim, diyor ses.
Ortak bir yön bulmanın rahatlığına kavuşuyoruz; ikimiz de
Adalet Binasının bulunduğu alan kentin tam ortasındaydı. Jimmy'le Molly Ann oraya geldiklerinde, alan en güzel pazarlık giysilerini giymiş kent halkıyla dolmuştu bile. Ortalıkta bir bayram havası esiyordu. Çocuklar oradan oraya neşeyle koşuyorlar, büyükler aralarında heyecanlı heyecanlı konuşuyorlardı. Duruşma binasına doğru ilerleyen Jimmy'le Molly Ann'ın çevresini aldılar. Hepside Jimmy'e dokunmak onun sırtını sıvazlamak istiyordu. Halkın kimden yana olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi.
Sam Fitch'le Şerif caddenin karşı tarafında, Fitch'in mağazası önünde duruyorlardı. Şerif, " Hiç hoşuma gitmiyor bu durum." diye başını salladı. "Hiç."
“Biz tekil kişiler olarak, ruh olarak, birer birer yaşarız.
Kişi, tek bir kişi olarak. Ortaklık, umut edebileceğimiz en iyi şeydir.
Ve ortaklık çoğu kişi için dokunmak demektir: elinizin bir başkasının eline dokunuşu, birlikte yapılan iş, birlikte çekilen kızak, birlikte edilen dans, beraber dünyaya getirilen çocuk.
Biz sadece tek bir vücuda ve iki ele sahibiz.
Bir çember oluşturabiliriz, ama bir çember olamayız.
Çember, gerçek toplum, tekil vücutlardan ve tekil ruhlardan oluşur.
Aksi halde, tam anlamıyla oluşamaz.”
'Aklından neler geçiyor? 'Kendimi kollarına bırakmak, onu öpmek ve ona dokunmak. Yani düşünmem gereken şeyleri düşünüyordum. Gözlerimi kırpıştırdım. 'Hiçbir şey.'
İnsanların kalbine dokunmak ne kadar zor olsa da Sabahattin Ali bunu çok güzel başarmış.Bazen aylarca bir kitabı okursun,bitirdikten sonra bir saat bile düşünmezsin ama Kürk Mantolu Madonna o kitaplardan değil.Ne kadar zaman geçerse geçsin etkisinden kurtulamayacağım bir kitap.