..Zaza, kışkırtıcı bir sesle, "Annemin yaptığı gibi, dünyaya dokuz çocuk getirmek de, en azından kitap yazmak kadar iyidir" deyince şaşkınlıktan dilim tutuldu. Bu iki yaşam şekli arasında hiçbir ortak nokta göremiyordum. Çocuk doğurmak, sonra onların da çocuklar doğurmaları, o eski oyunu sonsuza dek sürdürmekten başka bir şey değildi. Oysa, bilim adamı, sanatçı, yazar, düşünür, başka dünyalar yaratırdı; baştan aşağı güzel, baştan aşağı pırıl pırıl aydınlık, içinde her şeyin ve herkesin bir amacı olduğu dünyalar yaratırlardı, işte ben, ömrümü orada geçirmek istiyordum. O eşsiz dünyalarda kendime bir yer açmaya kararlıydım.
Ahahaha :D
Soru - Bir yapıtın ortaya çıkması, "doğum doğurma" olarak nitelendirilirse, bu "doğum doğurma"yı nasıl yaparsınız? Cevap - Hiç belli olmaz... Kimileyin sezaryenle doğururum, kimileyin dokuz doğururum, kimileyin de ışığı gören dışarı fırlar... Bir bakmışsın, iyice kısırlaşmışım, hiç doğurmam... Bu "doğurmak" nitelendirmesini hiç sevmedim ya, bir eserin yaratılmasına doğurmak diyorsanız ne yapalım... Doğurgan sayılırım, ama doğurganlığımdan değil, zora gelmemden çok doğurmam... İster istemez doğuracaksın; yaşam koşullan, geçim zorla doğurtturuyor, yumurtlatıyor bile.
Reklam
Ne kadar da haklı!!!
Bazen sayfalarca gazete okursun, yalancı dolma gibidir. İçinde bir gram et yoktur. Ama bazen bir tek soru okursun. Her şey ete kemiğe bürünür.
Üzerine konuşulamayan üzerine, içmek lazım..
Saçlarıyla oynamaktan ve üşümekten hiç vazgeçmeyecekmiş gibiydi. İyi bir günbatımından beklenebilecek her şey vardı gökyüzünde, tüm sıcak renkler, hafif bir esinti ve şarap kokusu. Hiç gülümsemedi, hiç gülümsemeyecekmiş gibiydi. Eski bir hikaye anlatmaya başladığı sırada, ayağının hemen altında küçük bir halka oluştu, sustu. Sanki 'bazen iri bir horoz balığı kadar hırçınlaşabilir her şey: bazen Tartaros çukuru kadar derinleşebilir' demek istedi. O sırada gökyüzünden bir örs düşse ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi yeryüzüne ve tunçtan bir örs düşse yeryüzünden ancak dokuz gün dokuz gece sonra varabilirdi gözbebeklerine. Gerçekten öyleydi, inanın... Uzun, ışıksız ve soğuk bir yoldu, elini adamın göğsünde ısıttı. Sonra sevişelim dedi, doğurmak istiyorum kendimi! hiçbir K.adın doğuramaz(mı) Beni yeniden!?
Ne ok atmada ne de kılıç sallamada onunla baş edebilecek erkek vardı. Öğle vakti, sebze bahçesinin sessizliğinde sesler duyardı. Melekler ve Aziz Michel, Azize Margarita, Azize Catalina gibi azizlerin yanı sıra göğün en yüksek sesi de onunla konuşurdu: "Dünyada senden başka Fransa Krallığı'nı kurtarabilecek kimse yok. Sadece sen." O
"dokuz doğurmak"sözü de buradan mı geliyor ki:)
"Dokuz sayısının da Türkler arasında sembolik bir anlamı olduğu düşünülüyor. Türk hakanları birbirlerine hediye gönderdiklerinde dokuz çeşit veya dokuz adet olmasına özen gösterirlerdi. Buna "dokuzlama" denirdi..."
Reklam
93 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.