Yıllar önce okuduğum kitabı tekrar okumama sebep olan şey, içerisinde otobiyografik unsurlar da taşıdığını öğrenmem oldu.
Sabahattin Ali'nin hayatına dair malumata sahip olanların bağlantıları kolaylıkla kuracağını düşünerek devam etmek istiyorum.
Peyami Safa'nın küçükken geçirdiği hastalıktan ötürü vücudunun bir uzvunu kullanmaktan
Neyse ki Dostoyevski'nin , Öteki/Öteki Ben/İkiz gibi isimleri olan kitabını da bitirdim ve incelemesini yazabiliyorum. Neymiş, Dostoyevski'ymiş de, insan psikolojisinden en iyi o anlarmış da. Bakıyorum diğer incelemelerine kitabın, yere göğe sığdıramamış herkes. Ne alakası var kitabın Dövüş Kulübü ile. Altı üstü bir devlet memurunun maceralarını
Sanat eserleri ve sanatçılarla kurulan bağ, sanatçının hayatının ve iç dünyasının bir yansıması olarak sanat ve sanatın ölümsüzlük ve zamanla ilişkisi üzerine çok güzel bir roman Sahipler.
1986 yılında, İngiliz Edebiyatı bölümünde doktora yapmış bir araştırmacı, tezinin konusu şairle ilgili okumalar yaparken söz konusu şairin daha önce
"Kırlara ve kitaplara düşkündü; esas eğlencesi bu zevklerden geliyordu."
Sevgili Kitap; ne mutlu seni ikinci defa okumak, aynı tadı almak... Lisede iken okumuş çok da ağlamıştım. Sanırım biraz büyümüşüm... Ağlamadım ama gençlikten sonra sanki çok uzaklardaki aşkı okurken güzel tebessümler etmemi sağladın.
Ne değişik bir Avrupa değil
Peyami Safa 'nın ilk baskısı 1930 yılında yapılmış romanıdır. Romanda bir karakter olarak ismi verilmeyen henüz on beşinde, yalnız, müzmin, hasta bir çocuğun Nüshet adında bir kıza olan aşkı ve ızdırabı, hastane odalarında yankılanan sessiz hıçkırıkları anlatılır.
Peyami Safa 'nın kendi geçmişinden izler taşıyan bu roman bilinçli olarak, romancının değil roman kahramanının gözlemlerini esas alan ilk Türk romanıdır. Karakterlerin ruh tahlillerinin oldukça başarılı olduğu roman, edebiyat dünyasında çok ses getirmiştir.
"En büyük ve en küçük şeyler Ona nisbeten birdirler. Bir baharı halk etmek, bir çiçek kadar kolaydır." (Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat, Üçüncü Esas)
Platon bu eserinde idealindeki devleti ve insanı anlatıyor. On bölümden oluşan bu eserde, farklı görüşlere sahip üç grup tartıştırılarak idealize edilen devlet yapısı ortaya koyulmaya çalışılıyor. Tartışmaların kahramanı Sokrates'in görüşleri ve bakış açısıyla anlatılan, baştan sona diyaloglarla örülü, ütopik bir eser.
Kitabın ilk iki bölümünde
İçinde bulunduğumuz çağı tanımlamak gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Post-Modernite, Geç-Modernite, Risk Toplumu, Ağ Toplumu, Post-Endüstriyel Toplum ve Tüketim Toplumu gibi kavramlar her ne kadar içinde yaşadığımız çağı ve toplumu tüm boyutlarıyla açıklamak gayesi gütseler de toplumun değişen yapısından ve dinamiğinden ötürü benzer yeni kavramlara
Tıp fakültesi 2. sınıfta okuyan eski bir öğrencime “Hariciye” ne demek diye sorduğumda bilmiyorum şeklinde cevaplamıştı. Peyami Safa’nın bu eserini acilen okunmasını salık verdim.
15 yaşında hasta bir çocuğun 1915 yılındaki olayları anlattığı bir hatıra defteri şeklinde kaleme alınmıştır. Romanın başkişisi ve anlatıcısı olan “Hasta Çocuk”'un isminden romanda bahsedilmez. Bilinçli olarak, romancının değil roman kahramanının gözlemlerini esas alan ilk Türk romanıdır.
Kitapta yazar sanki bir doktor gibi ince ayrıntılara girmiş. Otobiyografik olmasından kaynaklı sanırım. Hacimli olmayan bir kitap ama okuduktan sonra şunu söylüyorsunuz: “Çok yoğundu çok lezizdi…” Tavsiye ederim.
Ah! Nüzhet... Okurken neler saydım sana ama yazmıcam. Bizim esas oğlan kıza aşık ama hasta ölecek... Ne aşk ama! Öyle bir aşk ki; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.
XIX. asrın ilk yarısında Türk şiirinin manzarası bir bakıma geçen asırlardan pek farklı değildir. Nedim'den sonra ârazı iyiden iyiye görülen, fakat başlangıcı daha evvele çıkan bir zevk bozulması ve dağılışı, ilhamın umumiyetle küçük ve kelime, ifade oyunlarına dayanan buluşlardan öteye geçememesinden gelen bir yoksulluk, mesnevilerde Nâbî'den beri çalışılan fakat bir türlü sırrı bulunamayan bir yerli icat arzusu, daha ziyade nesre ait hususiyetlerin artması, bu yarım asrın şiirinin de esas vasıflarıdır. Hamlesini yöneltecek, dağınık tecrübelerine düzen verecek ana fikirden mahrum olduğu için bayağılıktan öteye geçemeyen bir realizm ve yerlilik zevki (Nedim'den ziyade Enderûnlu Fazıl'a bağlanması doğru olur), daha ziyade değerlerin zayıflamasından gelen bir nefsine düşkünlük teşhiri, söyleyecek hiçbir şeyi olmayan insanların vakit geçirmek için konuşmasını andıran yârenlik edası, ilk göze çarpan şeylerdir. Ne halk ifadesine ve diline karşı gittikçe artan ilgi, ne nazirecilik dolayısıyla sık sık eserlerine dönülen eski şairlerin tesirleri, ne de geçen asrın sonunda, yani Galib'in musammatlarla yapmaya çalıştığı geniş nefesli ve hamleli şiir tecrübesi ve yine onun tesiriyle hızını arttıran Mevlevi ve tasavvufi ilham bu çözülüş manzarasını değiştiremez. Sanki bütün pınarlar kurumuş ve insan çırılçıplaktır. Ve sanki insanın yerine aruz vezninin bizzat kendisi ortada dolaşıyor, halk ağzından ve hayattan topladığı ifadeler üzerine tek başına küçük, mânasız oyunlarını yapıyordu.
"Dokuzuncu Esas: Hem anlarsın ki öyle bir Rahman, öyle bir âlemde, öyle has ibadına öyle ikramlar edecek; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne kalb-i beşere hutur etmiştir. Âmennâ…"
**Sözler, Onuncu Söz, Altıncı Hakikat.
Lisede çok sevdiğim bir din kültürü hocam vardı. Bir gün ona hocam bu kadar farklı mezhep cemaat tarikat vs var dedim. Bunlara nasıl ysklaşmalıyız demiştim. Verdiği cevap benim için yol haritası niteliğindeydi. Mezhepler iyi mezhepçilik kötü, cemaat olmak iyi cemaatçilik kötü, tarikat iyi amma velakin tarikatçılık kötü. Başımıza ne geldiyse çılık
Bu eserde 16. yüzyılın son çeyreğinde başlanarak 17. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanan ekonomik krizin birbiriyle etkileşim içindeki iki belirleyici dinamiği olan parasallaşma ve ticarileşme süreçleri, imparatorluğun içinden geçtiği para krizi bağlamında değerlendirilmiştir. Kitapta esasen imparatorluğu yönetenlerin izledikleri para politikaları