Nicelik ve Nitelik
Niceliğin niteliğe dönüşmesi yasası, maddenin atomaltı düzeydeki en küçük parçacıklarından, insanın bildiği en büyük olgulara kadar son derece geniş bir uygulama alanına sahiptir. Her türden görünümde ve her düzeyde bunu görmek mümkündür. Yine de bu çok önemli yasa layık olduğu kabulü görmeyi beklemektedir. Bu diyalektik yasa, her dönemeçte kendisini zorla dikkatimize sunmaktadır. Niceliğin niteliğe dönüşümü, zaman zaman şakalar biçiminde bazı paradoksları göstermek için onu kullanan Megaralı Yunanlılar tarafından biliniyordu. Örneğin, “kel kafa” ve “tahıl yığını”: bir saç telinin eksilmesi kel kafa anlamına gelir mi, ya da bir tahıl tanesi bir yığın eder mi? Cevap hayırdır. Peki bir tane daha? Cevap yine hayırdır. Sonra soru, bir tahıl yığını ve bir kel kafa oluşana kadar tekrarlanır. Burada karşımıza çıkan şey, nitel bir değişime yol açmak için güçsüz olan tek tek küçük değişikliklerin, belirli bir noktada tam da bunu yaptıklarını, yani niceliğin niteliğe dönüştüğünü gösteren çelişkidir.
Belirli koşullarda küçük değişikliklerin bile büyük değişimlere yol açabileceği fikri, her türden deyiş ve atasözlerinde ifadesini bulmuştur. Örneğin: “devenin belini kıran saman tanesi”, “çok el iş hafifletir”, “damlaya damlaya taş aşınır” vb. Niceliğin niteliğe dönüşümü yasası, Troçki’nin zekice belirttiği gibi, birçok biçimde halkın bilincine sinmiştir:
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir
Bugüne kadar hayatını bir de tersten yaşama şansı bulamadıysa bu onun suçu değil. Hayat karşısına herhangi bir fırsat çıkarmadı, aksine her dönemeçte elini ayağını bağladı, sürekli sırtına yük yükledi, onu olduğu yere mıhladı.
.
Gene de sık olmuyordu bu neşeli şeyler, hiddetli, üzülmeli şeyler daha çok oluyordu. Yıllar geçiyor ama hayatlarında acıklı şeyler azalmıyordu.
.
Yaşanan her şey zamanla soluyordu. Öyle bir soluyordu ki belli belirsiz bir iz bırakıyordu arkasında. İnsan bu ize bakıyor ama yaşandığından emin olamıyordu. Hayatın böyle bir özelliği vardı. Şimdi iyiydi, o geceyi hatırlasa da etkilenmiyordu. Olmamış gibiydi, sanki biri ona anlatmış gibi ya da televizyonda izlemiş gibi. O kadar uzak, o kadar kendisinin dışında.
.
Büyüyünce beni bırakıp kaçacaksın diye çok korktum dedi. Kardeşinle beni demedi. Beni, dedi sadece. Çok şaşırdı. Kaçıp gitmek aklının ucundan geçmiş değildi. Kaçmak hatta gitmek fiili bile ona bir anlam ifade etmiyordu.
.
Hayatı küçüktü, dardı ama kendi elindeydi. İçli dışlı olunca insanlar hayatını elinden alıyorlardı. O zamandan beri uzak durmaya çalışıyordu insanlardan.
.
Kendisi de böyle bir hayat istememişti. Ama hayat böyle bir şeydi, başına gelen, kuramadığın, yapamadığın. Kimseye nasıl bir hayat istersin diye sorulmuyordu.
.
Dönmek için dönüşünü bekleyecek biri gerekliydi insana, bir canlı, bir kedi bile olabilirdi, bir kanarya ya da hoş geldin diyecek bir muhabbetkuşu.
Onun yoktu.
Gidenler dönmeyenler.
Lâkin ben inerken her dönemeçte
bir parçasını ele geçirdiğim
her molada, her zorlanışında nefesimin
her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın
bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir
nerelerde kıraçlaşır
rahminde levendane öcün tohumları yatan gece
güneşin şifa diye bilinen ışıkları
nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir…
Seni her gördüğümde uzun bir yolculuğa çıkıyorum.
Yüksek dağların zirvelerinde buluyorum kendimi.
Penceremden girip yüzümü okşuyorsun,
Bahar çevreliyor kalbimi.
Yamaçları dönerken izlediğim manzara gibisin,
Denizin hemen üzerinde beliriyor yüzün,
Ufukta kocaman gülümsüyorsun.
Bazen falezlerin ardından sarkıyorsun,
Yaramaz çocuk edasıyla.
Koskoca
Merhabalar
Bugün sizlere @gul.c.blog kaleminden #mavikapılıevler eseriyle geldim.
"Cemile, bu köyde onlarca mavi kapılı evin içine girmiş onlarca hikayenin ucundan köşesinden tutmuştu. Şimdi mavi kapılı bir evin önünde kendi hikayesinin eteğine bağdaş kurmuş, bir omza başını güvenle bırakmanın huzurunu yaşıyordu."
Eserde geçen Cemile
Hayat, sonu gelmek bilmeyen dönüm Noktalarıyla doludur. Her dönemeçte yeni bir ben, yeniden bir doğuş elde edersiniz. Aynadaki aksinizle gözlerinizin
içine içine bakan kişi sizsinizdir, aynı zamanda sizden öte biridir.
Dik, karlı bir yamaçtan aşağı kızak üstünde büyük bir hızla kayarken bir dönemeçte savrulmuşum, ölüm korkusu bir şekilde hız sarhoşluğunun hazzına karışmış ve ben fren yapmak yerine başım dönerek, yoksun bir halde düşüşe teslim etmişim gibi bir duygu içindeydim.
Onu gördüm ve yaz geldi.
Sanki kapı çalınıp çocukluk arkadaşınız yıllar sonra tekrar çıkagelmiş gibi…
Unuttuğunuz bir anıyı bulmak gibi…
Çok eskide kalmış, yıllar sonra yeniden duyduğunuz anda geçmiş bir zamanı size taşıyan bir şarkı gibi…
Dağ yollarında kaybolduktan sonra birdenbire, bir dönemeçte denizle karşılaşmak gibi…
Yaz… bitmesini hiç istemediğim eşsiz anlar ve hiçbir şeyin, hiç kimsenin sonsuza dek benimle kalmayacağını anladığım ayrılıklar mevsimi…
Bugüne kadar hayatını bir de tersten yaşama şansı bulamadıysa bu onun suçu değil hayat karşısına herhangi bir fırsat çıkarmadı aksine her dönemeçte elini ayağını bağladı sürekli sırtına yük yükledi onu olduğu yere mıhladı.
-Bazı şiirleri eskiden hatırlar gibiyim. Hangilerini?
-Bilmem, kuyu muydu?
Senin için yazmıştım.
-Çok çektirmiştim sana.
Gençlik işte...
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Çocuksun...
Mutluluk da yorar insanı. Pırıl pırıl bir ırmakta yüzüyorsun, mutluluk dediğin bu. Bir kıyıda, bir dönemeçte arada bir ortaya çıkıveren pis bulanık akıntılardan uzaklaşacaksın, güçlü kulaçlar atman gerek. Sık sık oldu mu da, yoruluyor insan.