Rilke’nin saf şiir içinde kalmak, kendini tümüyle şiir içinde, şiirle var etmek tutkusu rastlantısal veya dönemsel değildi. Bütün bir ömre yayılan bu varlık hâli, şairin toplumsal yaşam
içindeki ilişkilerini belirlediği gibi siyasal gelişmeler ve siyaset karşısındaki tutumunu da belirlemiştir. Ağıtlar’m anlamsızlıklar
dünyasının çaresizlik içinde ama umudunu yitirmek istemeyen şairi, Birinci Büyük Savaş’ın en az kendisi kadar dehşetle sonuçlanan sonraki devrim günlerinde de genel olarak
bu tutumunu korudu. Genelde halk hareketlerine ve hatta radikal sola belli bir empatiyle bir ölçüde yakınlaşmış olsa da çok sınırlı bazı örnekler dışmda hiçbir zaman etken bir siyasal
müdahil olmadı. Devrimin yenilgiye uğramasından sonra vahşice katledilecek olan Kari Liebknecht’in eşi ve yoldaşlarıyla
iletişime kadar varan bu yakınlaşma bile, biyograflardan Stefan Schankin anlatımına göre, Rilke’yi kendi şur dünyasında kalmaktan uzaklaştıramamıştı.