Bellek, hatırlamanın karmaşıklığı, toplumsal olaylardan kişisel yaşantıya uzanma, ailenin kendine özgü dili ve mitleri, işitme engellilerinin dille ilişkileri ve metaforlara yaklaşımları, sınıf atlama, sorunlu ebeveynlerle dönüşen ilişki, kurmaca ve gerçeklik arasındaki sınır ve otobiyografinin kolektif bellek yazına dönüşmesi Yabancı’da öne çıkan
Dörtlerin Gecesi
(Ateşin ve Güneşin Çocukları)
(...)
Özlenen ateş yakılmıştı sonunda
Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı
Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç
Post-travmatik stres bozukluğu DSM teşhis sistemine 1980'lerde girmiş yeni bir kavramdı. Vietnam'da savaşmış asker lerde görülen bir sendroma verilen addı. Bu askerler görevlerin den döndükten sonra yoğun endişe, uyku problemleri ve hafızada savaşta gerçekleşen olaylara geri dönüşler şeklinde ortaya çıkan deneyimler yaşıyorlardı. Bu kişiler sürekli tetikte gibiydiler ve en küçük çaplı tehdide karşı saldırganca bir tutum sergiliyorlardı. Birçoğu korkunç rüyalar görüyor ve yüksek seslere silah sesleriymiş gibi tepki veriyordu. Hala Güneydoğu Asya'daki ormanlarda gibiydiler.
Genellikle tanışma kitabı olarak yazarların -basımı varsa- ilk kitaplarını okumayı tercih ediyorum. Bu biraz riskli olabilir fakat ben yazarın gelişimine tanık olmayı seviyorum.
Yok Geceden Başkası tam da bu tanıklık için seçilebilecek harika bir kitap diye düşünüyorum. Yazarın bu ilk romanını 1948’de daha 22 yaşında Burma’da savaştayken yazıyor. Diğer kitaplarına göre de uzunca bir süre gözardı edilmiş diyebiliriz, #Augustus ya da #Stoner kadar çok sevilmemiş bu kitabı.
95 sayfalık bu kitapta olaylar 1 gün içerisinde geçiyor. Arada geçmişe dönüşler de oluyor tabii. Ana karakterimiz Arthur ciddi travmaları olan bir karakter, babası ile çözülememiş sorunları var. Kitap boyunca bu sorun nedir, çözülebilecek midir, unutmak ve rüyalar üzerine kurulu bir hikayeye tanıklık ediyoruz. Karakterimiz hayatta kendine bir yer edinememiş, avare. Sürekli gözlem yapar bir halde, ama gözlemleri öyle çok da gerekli şeyler değil gibi. Okurken gözlemlerini değil de o anda zihninden geçenlere tanık oluyormuşuz hissi veriyor. Biraz karmaşık, eksik. Kısacası karamsar bir novella bu.
Genel olarak yazarın dilini sevdim ama sanki tam olarak rengini kazanamamış gibi geldi bana. Olay örgüsünde zaman zaman boşluklar oldu. Fakat kesinlikle merak uyandırıcı.
Kya’nın Şarkı Söylediği Yer, umut, sevgi, yalnızlık, çaresizlik, önyargı, kararlılık, dayanıklılık ve tabii ki doğa hikayesidir. Kitap, Bataklık kızı Kya’nın hikayesini anlatabilmek için zamanda geri dönüşler yapar. Kya, bataklıkta yaşıyordur ve yerliler ona üstten bakarak onunla alay ediyor ve ona zorbalık ediyordur. Yine de buna rağmen ona
Proust okuyup deli olmayan yoktur. Albertine kayıp bence serinin en iyilerinden biri. Derin karakter analizleriyle, geniş betimlemelerle yazarın kalitesi ortaya çıkıyor. Kitapta insan psikolojisinin derinliklerine inip normal hayata dönüşler yaparak okur uyanık tutuluyor. Proustu ve onun üslubunu anlamamıza yardımcı olacak iyi bir kitap.
Albertine KayıpMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20202,194 okunma
Gri Koç ekibi olarak yıllar önce, Türkiye'de bir ilki başararak, bir planlama defteri çıkardık. İstedik ki bir planlama defterimiz olsun. Gençler ne çalıştığını bilsin. İnanılmaz geri dönüşler aldık. On binlerce öğrenci bu defterden muazzam bir fayda gördü. Neden biliyor musunuz? Sadece haftalık çalışmalarını yazdıkları için. "Hocam bu kadar basit mi, bu iş yazınca oluyor mu?" Tabii ki oluyor, yeter ki doğru programı yaz, doğru kaynaklardan beslen ve bu şekilde ilerle. İşte burada planlar çok sağlam yapıldığında aslında zorunluluk sorumluluğa dönüşüyor.
Kendi hayatıma baktığımda planlı olmanın iş hayatında da ne kadar önemli olduğunu görüyorum. Ajandama bakıyorum: Mesela pazartesilerim genelde tamamen bireysel görüşmelerle doludur. Salı günleri kitaplarla alakalı yaptığımız toplantılarla doludur. Çarşamba, perşembe, cuma... her günün ayrı bir önemi vardır ve doludur. İyi ki de öyle. Neden? Çünkü planlı olmaya alıştığımızda rutinler bize mükemmel bir disiplin kazandırıyor. Bu disiplin "Planlı olmak zorunda değilim, planlı olma sorumluluğum var," der hale getirtiyor bizi.
"Bazen durduk yerde bir olayın bütün yaşamımı değiştireceğine inanırdım. En çok da bu mecburi eve dönüşler sırasında, tam kapıda yakalardı bu duygu. Eşikte öylece kalır, gözlerim dalar, çocuksu bir umutla bir şeylerin olmasını beklemeye başlardım."