Roman okumak ayrı şeydir, Dostoyevski okumak ayrı şey. Cümlelerin bir tesbih gibi dizilişi, anlamın bir imame gibi onları bağlayışı, kelimelerin Oltu taşı gibi zahmetli bir emekle ortaya çıkışı gerçekten yazarın bu yeteneğini ortaya koyuyor.
Çeviri son derece başarılı, yerli terimler ve deyimler çok yerinde. Fransızca tabirler de sayfanın alt tarafına not düşülmüş. Ayrıca kendini asil sayan Rusların cümle aralarına Fransızca sözlükler sokuşturmaları bizim de Tanzimat'tan beri canımızı sıkan ama bir türlü baş edemediğimiz bir özelliğimiz. Başka dilden kelime veya tabir alınca kendini batılı zanneden sadece bizim züppeler değilmiş!
Romanın dili, tarzı, akıcılığı ile ilgili saydığım bunca iltifata karşın konusunu aşırı romantik buldum. Yelena'nın öyküsünü çıkarırsak kitapta okunacak değerde bir şey kalmayacak. Ancak asıl canımı sıkan hatta sinirlerimi bozan Rus insanının genişliği oldu. Gerçi her milletin farklı değişik özelliği vardır, ki bizim de pek normal bir millet olduğumuzu iddia etmeyeceğim, ama bu derece bir genişlik hiçbir millette yoktur. Kimse eski nişanlısına yeni sevgilisine kaçsın diye yardım etmez herhalde. Hatta aralarını bulmak için her fırsatta eski sevdiğinin yanına gitmesini onu teselli etmesini bir türlü aklım almıyor.
Yetişkinlerin kız olsun erkek olsun birbirlerini sevince dudaktan öpüşmesi, anne ve babalarına ad ve soyadlarıyla hitap etmeleri de Rus geleneği olsa gerek.
Romana romancıya diyecek yok, ne haddime ama bu soğuk ülkenin değişik gelenekleri ve tavırları bize göre değil...