"..."zeki"nüfusun tamamı yalnızca çok küçük ve kalabalık bir ceviz ağacında yaşar.Bu ağaçta doğar,yaşar,âşık olur,ağacın kabuğuna yaşamın anlamı,ölümün amaçsızlığı ve doğum kontrolünün önemi hakkında düşündürücü minik makaleler kazır,son derece küçük birkaç savaşa katılıp en sonunda daha zor ulaşılabilen dallardan birinin toprağa bakan tarafına bakarak ölürler."
Canı cehenneme,diye düşündü,kendini akıntıya bırak.Direnemeyecek kadar yorgun,şaşkın ve açtı.
Reklam
"...ben biliyorum;çünkü ben bir ölüyüm,ki böyle olmak insana mükemmel ve hiçbir şeyle engellenmemiş bir bakış açısı sağlıyor.Bizim oralarda 'Hayat,yaşayanların elinde ziyan olur' diye bir söz vardır."
Yerküre olarak adlandırılan bu bilgisayar öyle büyüktü ki sık sık bir gezegen olduğu yanılgısına düşüyordu-özellikle de kendilerinin devasa bir bilgisayar programının yalnızca basit bir parçası oldukları gerçeğinden tamamen habersiz bir şekilde bilgisayarın dış yüzeyinde avare avare dolaşıp duran tuhaf maymunsu varlıklar tarafından.
Eğer bir gün biri çıkıp da Evrenin hangi nedenle ve niçin burada var olduğunu keşfederse,Evrenin birden bire yok olacağını ve yerini çok daha garip,anlaşılmaz bir şeyin alacağını öne süren bir kuram vardır.
Evrimin işleme tarzı bizim dünya hakkındaki normal sezgisel varsayımlarımızla öylesine çelişiyor ki her seferinde yeni bir algılama şoku yaşıyorum.
Reklam
Örneğin, mutfağın ortasında durup oraya niçin gittiğinizi hatırlamaya çalışmanız gibi. Aslında bu herkesin başına gelir, ama durumu tanımlayacak bir sözcük bulunmadığı -veya eskiden bulunmadığı- için herkes bunun yalnızca kendisine has bir sorun olduğunu ve dolayısıyla da kendisinin diğer herkesten daha aptal olduğunu düşünür. Herkesin kendisi kadar aptal olduğunu fark etmek insanı rahatlatan bir duygudur ve mutfağın ortasında durup oraya neden geldiğinizi ve ne yaptığınızı merak etmenin adıysa "woking."
Eğer bir gün beni, çevresine uyum sağlayamamış, kendini toplumdan soyutlamış, kederli, kamburu çıkmış, duygusal bir özürlü gibi görecek olursanız (ki burada genel olarak, şubat ayının o soğuk pazar sabahlarını düşünüyorum) bu durumun sorumlusunun, 1964 Eylülü'nde kısa pantolonla dolaşmak zorunda kaldığım o dört hafta olduğunu unutmayın.
Bir Vélazquez resmine baktığınızda, Mozart dinlediğiniz, Dickens okuduğunuz ya da Billy Connolly'e güldüğünüzde, ki bunlar rastgele seçtiğim dört isimdir -bir noktayı kanıtlamak amacıyla rastgele isimler seçmek daima büyük zaman ve düşünce gerektiren bir iştir- hepiniz rahatlıkla fark edersiniz ki bu büyük adamlar yaptıkları her şeyi dünya için yapmaktadır ve doğal olarak sonuçlar büyüleyicidir. Ama bir William Blake resmine baktığınızda ya da Bach'ı dinler, Douglas Adams okur veya (çağdaş İngiliz aktörü ve stand- up komedyeni] Eddie Izzard'ın bir performansını izlerken şöyle düşünürsünüz: Koskoca dünyada onları gerçekten anlayan tek insan muhtemelen sizsinizdir. Elbette ki kalan herkes onlara hayrandır, ama hiçbiri onlarla sizin kurduğunuz kadar gerçek bir ilişki kuramamıştır. Bunu bir kuram olarak öne sürüyorum. Douglas'ın eserleri Bach'ın yüce sanatı ya da Blake'in yoğun kişisel evreni değildir hiç kuşkusuz, ama yine de kişisel görüşümün geçerli olduğuna inanıyorum. Bu âşık olmak gibi bir şeydir. Adams'ın özellikle hoş bir cümlesi ya da övücü veya yerici bir cümlesi gözünüze iliştiğinde, içinizden en yakınınızdaki yabancının omzuna dokunup bunu onunla paylaşmak duygusu geçer. Yabancı okuduğunuz satırlardan hoşlanmış görünebilir, gülebilir, ama siz kendi kendinize aslında onun cümlenin gerçek gücünü ve niteliğini sizin kadar kavrayamadığını düşünürsünüz; tıpkı anlatıp durduğunuz kıza sizin gibi arkadaşlarınızın da (çok şükür ki) âşık olmamaları gibi.
“Biz yalnızca bir yüzme havuzunun içindeyiz, dışarıdaysa koca bir okyanus var."
Reklam
“Yaşam sizi öyle ya da böyle etkileyen veya duygulandıran şeylerle doludur," diye açıklar. "Bach'ın yanıldığını düşünüyor olduğum gerçeği onun B Minor ilahisinin, insanlığın ulaştığı en önemli doruklardan biri olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu müziği duyunca hâlâ gözlerim yaşarıyor. Din meselesinin tamamını son derece ilginç buluyorum. Ama bir başka açıdan da son derece zeki insanların dini böyle ciddiye alması beni hayretlere düşürüyor."
Adams'ın eserlerinde ciddi temalar da vardır. İkinci Dirk Gently romanını rahatlıkla, toplum dışına itilmiş yersiz yurtsuz ve evsiz insanlar hakkında yazılmış olarak kabul edebiliriz. "Onun hayal gücü sadece akıllı olmaktan çok daha derinlere gider," diyor Freestone. "Sosyal eleştiri genellikle gülmecenin altında gizlenmiştir, ama görmek isterseniz, kesinlikle oradadır."
“Yoğun güvensizlik çektiğim korkunç dönemler yaşarım. Böyle zamanlarda, bunu atlatabileceğime inanmadığım gibi, tersine hiçbir kanıt fikrimi değiştirmez. Kısa bir süre terapi gördüm, ama sonra bunun çiftçilerin havadan şikâyet etmesi gibi bir şey olduğunu fark ettim. Havayı değiştiremezsiniz -sadece onunla yaşamayı öğrenmeniz gerekir." Peki bu yaklaşım işine yaramış mıdır? "Pek sayılmaz.”
Douglas Adams üzerindeki bir başka önemli etkiyi de [Modern İngiliz komedisinin ünlü bir ekibi olan) Monty Python grubu yapmıştır. O zamana dek ellilerin tipik İngiliz radyo komedilerini dinlemiş biri olarak, komik olmanın, akıllı insanların hem kendilerini ifade edebilip hem de istedikleri kadar saçmalayabilecekleri bir yol olabileceğini keşfedişini "bir aydınlanma anı" olarak tanımlayacaktır.
Douglas Adams altmışlı yıllarda yetişmişti ve Beatles grubu hakkında şöyle diyordu: "Onlar beynimin içine onu infilak ettiren bir tohum ekmişti. Her dokuz ayda bir yeni bir albüm çıkarıyorlardı ve bu albüm yeri göğü sarsarak, onları bir önce bulundukları noktadan daha da ileri götürüyordu. Onlar konusunda öylesine takıntılıydık ki, 'Penny Lane' piyasaya çıkıp da biz henüz radyoda duyma fırsatı bulamadan onu dinlemiş olan bir çocuğu, melodisini bize mırıldanmayı kabul edene kadar dövmüştük. Şimdi bize soruyorlar, Oasis de Beatles kadar iyi mi diye. Onların Rutles¹ kadar bile iyi olabildiklerini sanmıyorum."