Nedir yaşanmaya değmiş bir hayatın özellikleri?
Kitapta, Türkiye'de yasadışı bir göçmen olan Tina’nın ömrünün son dakikalarına şahit oluyoruz. Onun bilinç akışından hayatını, ilişkilerini, ailesinin ve aşkının dramını dinliyoruz. Ülkesinde bıraktığı dedasına (annesine) seslenirken, geçmişiyle, seçimleriyle ve kaçınılmaz sonuyla yüzleşiyor. Biz de adım adım onun hikâyesini öğreniyoruz.
Roman, Türkiye’de yasadışı göçmenliğe bakış açısını arka planda işlerken; aidiyet, yabancılık, aşk, devrim ve yalnızlık gibi evrensel temaları da ele alıyor.
Beni en çok etkileyen şeylerden biri, ailede nesilden nesile aktarılan "düşüş" metaforu oldu. Büyük büyükannesinden başlayarak ailenin kadınlarının yaşadığı dram, sonunda gerçek bir düşüşle noktalanıyor.
Tina’nın kafasında, arka planda çalan Pink Floyd’un Comfortably Numb şarkısı, yavaş yavaş hissizleşen bedeniyle ölüme teslim olurken ona eşlik ediyor. Özellikle şu dize zihninde yankılanıyor: "The child is grown, the dream is gone." Çocukluk bitmiş, hayaller yitip gitmiş. Aşk için geride bırakılmış anneye "haklıydın" demek için çok geç artık.
Bilinç akışı tekniğiyle yazılmış olması, alışık olmayan okurlar için zorlayıcı olabilir. Tekrar eden düşünceler ve zihinsel sıçramalar sabır gerektiriyor. Ama Tina’nın dağınık ve düzensiz düşünceleri, yaşadığı şokun ve iç hesaplaşmanın bir yansıması olarak çok doğal hissettiriyor.
Sahi, tekrar soruyorum: "Nasıl olmalı yaşanmaya değmiş bir hayat?"